Qijika Reş Dergisi / Sayı:3
Ceylan Önkol’un havan topuyla dağlanmış bedenindeki suç ortaklığım için[1]
Bugün modern ulus-devletlerin hemen hemen hepsinde düşünce ve kanaat hürriyeti aynen hayvanat bahçelerindeki hayvanlar gibi koruma altına alınmıştır. Bu hak, Türkiye’de bir özgürlük mümessili olarak değil, cezalandırma olarak işlemektedir. 1982’de yürürlüğe giren ve halen birçok değişikliğe rağmen militarist ruhu geçerli olan darbe anayasasındaki 25. madde “herkesin düşünce ve kanaat hürriyeti”ne sahip olmasına ilişkindir. Bu madde, her ne sebep ve amaçla olursa olsun hiç kimsenin, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağını; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamayacağını ve suçlanamayacağını da ifade eder. Ardından gelen 26. madde düşünceyi farklı biçimlerde açıklama ve yayma hürriyetini de kapsama alırken, düşünce hürriyetinin bazı hallerde sınırlandırılabileceğini de belirtmekten geri durmaz. İstisna haller, territoryal bir düşünme tarzının ifşasıdır: kamu düzeninin mündemiç kılındığı [devletin sınırı]dır. Modern demokrasilerde düşüncenin ve hayatın mutlak değeri ulus-devletlerin sınırıdır. Öyle ki mültecilerin kırık dökük takalardan artakalan ve kıyıya vuran bedenleri, hayatın mutlak değeridir. Oysaki verili sınırı aşmaya yeltenmek, teklif edilemez olanı teklif etmek[2] ve düşünülmeyeni düşünmek bir “düşünce ve kanaat hürriyeti”dir. Entelektüellerin bu teklif edilemez olanı düşünme cesareti, çabası ancak yeni yaşam biçimlerinin yaratılmasında anlam kazanır. Yaşamın sakatlanageldiği bir toplumda “düşünülmeyeni düşünme”ye çalışmanın nasıl hasıl olabileceği sorusu bir yaşam-bilim pratiği olarak ele alınmalıdır. Türkiye’de ve dünyada sosyal bilimlerin bugün içinde bulunduğu kriz de yaşam-bilim pratiğinden yoksun olmayla ilişkilidir. Bu yoksunluğu sadece piyasanın bilimi metalaştırmasıyla açıklamak bir gönül rahatlatmasıdır. Çünkü iktidarların hegemonyasıyla birlikte mülga olan devletlerin ana[yasa]l şiddeti değil, toplumların düşünme refleksidir. Pek tabii eleştirel paradigmadan yola çıkanlar, modern ulus-devletlerin düşünceyle olan sınırını, malumun ilamı olarak değerlendirebilir. Fakat bu noktada gözden kaçan bir durum söz konusudur: Entelektüellerin (ve siyasal mücadele verdiğini iddia edenlerin) iktidarla olan suç ortaklığı.[3] Bu suç ortaklığı, iktidarın tanımlayageldiği düşünce ve kanaat hürriyetinin mecrasında ya da sınırında salınmaktır. Federasyon tartışması da dahil zora veyahut parlamenter alana dayanan mücadelelerle yeşeren fikirlerin belli bir demokratikleşme zemini yaratıldıktan sonra entelektüellerin gündemlerine girmesi bir suç ortaklığı değil midir? Bugün siyasi mücadelelerin açtıkları yarıktan farklı fikir hatları oluşturmak, ittifak ağları örmek ve yeni kavramları, fikirleri dolaşıma sokmak elbette çok kıymetli bir iştir. Burada eleştirilecek olan daha önce “düşünülmeyeni düşünme” eyleminin gerçekleşmemiş olmasıdır ki bu göz tembelliğinden öte bir zihniyet meselesini imler. Bu minvalde Tanıl Bora’nın Birikim dergisinde yayımlanan “Federasyonu Düşünmek” yazısı bu duruma bir örnek teşkil edebilir.[4] Daha açık ifade edersek, sosyalist solda federasyon meselesini anarşizm ve Kürtler üzerinden tartışmaya açılması ve demokratikleşme zemini veyahut güçlü bir muhalefet etme pratiği yaygınlaştığında “gündeme alınması” (ve nasıl ki Stalinist menşeili parti programlarında yeri olmayan konuların gündeme gelmemesi gibi) düşünsel bir suç ortaklığıdır.
Ezcümle, entelektüelin, bilim insanlarının ve siyasal mücadelede yer alanların işlevi, “düşünülmeyeni düşünmek” konusunda gösterdikleri kararlılık ve çabada mahfuzdur. Bütün entelektüel tanımlarının uzağında verili bir düşünceyi temellük etmeden, düşüncenin sınırlarını sürekli aşındıran bir düşünme refleksi[5] oluşturarak başka dünyaların mümkünatı konusunda yeni patikalar, yollar açabiliriz.
[1] Theodor W. Adorno, “düşünülmeyeni düşünmek” kavramını, makale ve konuşmalarının biraraya getirildiği ve Suhrkamp yayınevince yayımlanan “Erziehung zur Mündigkeit” başlıklı -Erginlik Yolunda Eğitim- (1959–1969) kitabındaki yine aynı başlığı taşıyan radyo konuşmasında (ss.133-147) beyan etmektedir. Theodor W. Adorno bu söyleşisini 1969 yılında Alman Hessen Radyosu’nda Hellmut Becker ile gerçekleştirmiştir. Düşünülmeyeni düşünmenin kendi çabasının esasını teşkil eden bir şey olduğunu söylerken, bilimin kontrol mekanizmalarının düşünme güçlerini soğurduğunu anlatmaktadır: [Kendi şeylerimin (başarılarımın), şayet böyle bir şey varsa, etkisinin gerçekte bireysel yetenekle, entelektüellikle ve benzer kategorilerle çok belirleyici bir ilişkisi yok; daha çok, kendi eğitimimde bir dizi şansla, ki bunlarla kendimi kesinlikle övmek istemiyorum ve bunlar da benim hiç suçum yok, her zaman olduğundan değişik biçimde, benim bilimin kontrol mekanizmalarının dışında kalmış olmamla ilişkilidir. Eskisi gibi düşünülmeyeni düşünmeyi göze almamla [ilişkilidir]. Kimi insanlar çok erken dönemlerde, özellikle adı üniversite olan devasa güçlü kontrol mekanizmalarında asistan oldukları dönemlerde, [bunları] düşünme alışkanlığından uzaklaştırılıyor. Şimdi burada şu ortaya çıkıyor: Bilimin kendisi çok çeşitli alanlardaki bu kontrol mekanizmalarınca öyle hadım edilmektedir, öyle kısırlaştırılmaktadır ki bilim, ayakta kalabilmek için, kendisinin yasakladığı, lanetlediği şeye daha sonra aynı biçimde ihtiyaç duyuyor.] Bu kavramı dimağımda yeniden dolaşıma sokan Çetin Gürer’e müteşekkirim. Theodor W. Adorno’nun bahsi geçen söyleşisinin çevirisi için bkz.http://350gram.blogspot.com/2009/09/erginlik-yolunda-egitim.html
[2] Anayasanın ilk üç maddesine ilişkin teklif edilemezlik bir izan ve zihniyet meselesidir. Çekinceler ve istisnalarla insanları tedip, tenkil ve terbiye edilmiş bir ülkede felsefe bölümlerinin tapu ve kadastro genel müdürlüğü ile arasındaki farkı ortaya koyması bir bilim ahlakıdır.
[3] İktidarlarla suç ortaklıkları üzerine Kürşad Kızıltuğ’la olan akıl yürütmelerimiz için ona müteşekkirim.
[4] Tanıl Bora (2010). Federasyonu Düşünmek. Birikim. Sayı. 256-257. syf. 12-17. Bu yazının başlığının sosyalist sol için bir “Günaydın!!” ifadesi olarak [“Federasyonu Düşünmeyi” Düşünmek] başlığıyla yayımlanması daha uygun olmaz mıydı? Bu yazı için bkz.http://www.birikimdergisi.com/birikim/birikim.aspx?did=1&dsid=395
[5] Gayatri Spivak’ın eleştirel refleks hususunda söyledikleri burada önemlidir: “Eleştirel refleksin oluşumu ancak düşünmenin (düzenli egzersiz ve idman yaparak) bir alışkanlık halini alması sayesinde olur. Böyle bir düşünme basitçe bilince varmaz, aslında hep bilinci ve bilineni sorgular. Ancak öğrenmekle yetinmeyen aynı zamanda her öğrendiğini sorgulayabilmeye muktedir bir düşünme tarzı hakimiyet-kurucu, anti-demokratik bir kültürle baş edilebilir.” Aktaran: Mahmut Mutman (2009). İnsanlığın kıyısında: Haklar. tesmeralsekdiz. sayı 4. s.199.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder