12 Haziran 2011 Pazar

Dilin Siyaseti - Cengiz Apaydın



Qijika Reş Dergisi / Sayı:3



Modern ulus-devletleri oluşturan temel sacayaklarından birisi de evrensel eğitimdir. Ulus-devletler ulusal sınırlar içindeki vatandaşlarının tek tip ve standart bir eğitime tabi olmasını şart koşar. Bu eğitim anlayışı; bireylerin kişilik ve yeteneklerinin üretim ve pazarın ihtiyaçları ile egemen zihniyetin ideolojik algısına göre biçimlenmesini sağlar. Eğitimin en önemli bileşeni standartlaşmış ulusal dillerdir. Modernizm öncesi zamanlarda parçalı, çoğunlukla yerel ve bütünlüksüz olan diller ideolojik işlevine göre önem kazanırdı. Dilleri o zaman değerli ve sürekli kılan üretimle olan ilişkilerinden ziyade ideolojik ve siyasal yapılarla olan ilişkileriydi. Yazılı dil siyaset ile ideolojinin diliydi. Bilginin taşıyıcısı olan bilginlerin diliyle halkların dili çoğunlukla farklıydı. Bu diller halk için ulaşılmazdı. Halkın geniş kesimlerinin konuştuğu dillerin belirli kurallara bağlanması ve yazı dili haline gelmesi ile özellikle ve öncelikle kutsal kitapların ulusal dillere çevrilmesi modern zamanlara özgü bir faaliyettir.  Batılı dillerde köle veya aşağı kesimlerin dili anlamına gelen vernacular (bölgesel)  dillerin ortaya çıkması ile kapitalizmin gelişimi arasında bir paralellik vardır. Her ne kadar M. Bloch, Latincenin kültür, yerel dillerin ise gündelik sözlü diller olduğunu, bunun; “Batı uygarlığına has bir özellik ve komşularıyla kesin bir şekilde farklılaşmasına neden olan durum” olduğunu söylese bile, modern dünya sistemi diğer toplumları da aynı gelişme sürecine sokmuştur[1]. Bu gelişme aynı zamanda uluslaşma süreçlerinin de doğmasına yol açmış ve söz konusu standartlaşmış diller bir bütün olduğu düşünülen ulusun en önemli siyasal meşruiyet dayanaklarından biri olmuştur. Çeviri, sözlük, gramer çalışması yürüten ve bu yolla dili yalnızca yerel ve sözel işlevli olmaktan kurtaran topluluklar diğerlerine göre daha erken uluslaşma sürecine girdiler. Örneğin, 18. ‘Yüzyılın sonunda Rumence gramer, sözlük ve tarih’ kitapları belirmeye başladı. Rus Akademisi, 1789-94 yılları arasında 6 ciltlik bir Rusça Sözlük, 1802’de ise resmi bir gramer yayınladı. Buna Çek Dili ve edebiyatı araştırmaları eşlik etti. Ardından Macarlar, Ukraynalılar, Bulgarlar ve Türkler ulusal dillerine yöneldiler[2]. Dil oluşturulurken yeni toplumsal tasarım olan ulus ve ulusun ideolojisine göre seküler temelde yeniden yapılandırıldı. Örneğin, eski rejimin zihinsel algısını temsil ettiği varsayılan Arap alfabesinin yerine Latin alfabesinin geçirilmesi Kemalist modernleştiriciler için böyle bir anlam ifade etmekteydi. Kemalistler açısından Arap alfabesi Osmanlıcılığa veya İslamcılığa işaret ederken, Latin alfabesi ise batıcılığı ve modernleşmeyi çağrıştırdığı düşünülüyordu. Baskı makinesinin icadı ve basılan eserlerin herkese ulaşmasının sağlanması resmi dile dönüşen halk dilinin geniş kesimlere ulaşmasını sağlamış ve edebi eserler ile süreli yayınlar dilsel gündelik yaşamın belirleyicisi olmuşlardır.  Ancak resmi dili kalıcı ve sürekli kılan asıl mekanizma eğitim kurumları olmuştur. Fransız Devrimi olduğunda Fransızların %10’u, İtalyanlar ise ulusal birliklerini kurduğunda İtalyanların yalnızca %2,5’i İtalyancayı biliyordu[3]. Osmanlı Devleti’nin lingua franca’sı başta Arapça ile Farsça olmak üzere, öteki dillerin karışımından oluşan Esperanto bir dildi. Osmanlıca denen bu dil Osmanlı sarayında konuşulan resmi ve edebi dildi.  Türkçe halkın konuştuğu ve yöreden yöreye değişen sözlü bir dildi. Tanzimat dönemiyle başlayan dilde sadeleşme, sözlük ve gramer çalışmaları Türk dilini günümüze taşıyan bir milat olma özelliği taşımıştır.

*****
          Kürt dili varlığını yazılı olarak medreselerde sürdürmüştür. Kürt edebiyatının gelişmesi ise Kürt beyliklerinin himayesinde olmuştur. Kürt dilinin varolmasını sağlayan nedenlerden biri güçlü bir sözlü geleneğinin olması ikincisi ise Kürtlerin üzerinde yaşadıkları coğrafyanın otantik halkı olmalarıdır.   Osmanlı devleti merkezi otoriteyi sağlamlaştırmak için yerel Kürt beyliklerini ortadan kaldırdıktan sonra, bu siyasal değişim mirlerin himayesindeki edebi gelişmeleri sekteye uğrattı. Bundan sonra dilsel gelişimin tek kurumsal merkezi medreseler oldu. Beylerden artakalan siyasal boşluğu da dini cemaatler ve önderlikler doldurdu.   Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte medreseler de yasaklı oldu ve siyasal olarak bölük pörçük olan Kürt milli bilinci dilsel alanda daha da katmerleşti.  Ancak bir dilin pazar dili haline gelmesi için o dilin a)ulusal veya resmi düzeyde kullanılması veya b) dilin kullanıcılarının merkezi bir siyasal otorite çevresinde bütünleşmesi gerekir. Aksi takdirde dilin gelişmesi ve varlığını sürdürmesi mümkün görünmemektir. Kürtçenin varlığını sürdürüp gelişmesi için gereken her iki koşul da mevcut değildi. Kürt dilinin standartlaşmasını sağlayıp, günümüzdeki modern biçimine kavuşturan Kürt entelijensiyası olmuştur.


*****

     Siyasal otoritelerin merkezileşmesi, pazar alanlarının sınırlara bağlanması ve dillerin tek tipleştirilmesi aradaki renklerin ve farklılıkların ortadan kalkmasını beraberinde getirmiştir. Çoğunluğun dili pazar dili haline gelir ancak azınlıklarla uluslaşma sürecine girmemiş, siyasal otoriteden yoksun toplulukların dilleri yok oluşa terk edilmiş veya sadece folklorik bir unsur olarak cılız bir şekilde varlığını sürdürmüştür. Tek dilin hâkim olması için egemenler genellikle faşizan baskı yöntemlerine başvurmuştur. Eğitim, matbuat ve baskı yoluyla lokal sözlü diller genellikle tek bir standart dile dönüştürülmüştür. Ancak Kürtlerin merkezi bir otoriteden yoksun olması dillerinin merkezsiz kalmasıyla sonuçlanmıştır. Kürtçe dört temel lehçesiyle birden fazla standartlı bir dildir. Bunun -ulus inşa için handikap olmakla birlikte -aynı zamanda Kürtler açısından kültürel zenginlik olarak değerlendirilmesi gerekir. Eğitim alanında, her hangi bir lehçenin öteki lehçelere tercih edilmesi ve öbürlerinin göz ardı edilmesi kültürel zenginliklerden birinin katledilmesi anlamına gelecek. Kuzey Kürdistan’da yöresel ve demografik özelliklere göre her iki lehçenin ( Zazaki, Kurmanci) de eğitim dili olarak kullanılması mümkündür.  Lehçeler arasında hiyerarşi veya rekabet değil ilişkiler işbirliği ve gerekirse deneyim alış verişi biçiminde gelişebilir.  Kürtlerin diğer taleplerinde olduğu gibi anadilde eğitim talebi de sadece Kürtlerin özerklik istediği coğrafyayla sınırlı olmamalı. Vali Abbas; ‘Kürtlerin, haklarından sadece Kürdistan’da değil yaşadıkları her yerde yararlanmaları gerektiğini’ ileri sürer.   Böylece Kürt kimliğini tarihsel-coğrafi bir düzlemden reel coğrafi bir düzleme kaydırarak, kimliği ve dili daha geniş bir toplumsal mekânda konumlandırır.  


*****
             Kürt dilinin eğitim dili haline gelmesinin yasal hukuki zemini verili durumda yoktur. Uluslar arası sözleşmeler de öncelikle egemen ulusun egemenlik haklarını tanır. Başka bir deyişle, Kürtler dünya devletler sisteminin bir parçası değiller ve tanınmış bir siyasal statüleri yoktur. Bu sistemin bir parçası olmadıkları için nimetlerinden yararlanma şansları da yok. Bu sistemde dengeler ve ilişkiler çıkarlara ve güce göre biçimlenmiştir. Modern Dünya sistemi içinde Kürt dilinin tanınmasının önkoşulu Kürtlerin bir siyasal statü sahibi olmasına ve devletler sisteminin iktidar kalıplarından geçmesine bağlıdır.    İnkârcı asimilasyonist rejimde çok büyük gedikler açılmış olmasına; akıl ve insanlık dışı karakteri teşhir edilmesine rağmen, Kürtlerin kazanımlarının yasal-hukuki temeli yoktur.  Bu kazanımlar devletin resmi ideolojisine, baskı aygıtlarına rağmen elde edilmiş de facto kazanımlardır. Bunların tek güvencesi yine halkın kendisi ve örgütlü gücüdür. 
     Kürt dilini eğitim dili haline getirmek için Türk yetkilileri ikna etmede tarihsel referanslara başvurmak ve buradan bir meşruiyet zemini yaratmaya çalışmak gereksizdir. Kürtlerin geçmişteki siyasal statüleri ile tecrübeleri ne olursa olsun, günümüzde kendilerini Kürt olarak tanımlayan siyasal topluluğun talepleri meşruiyet için yeter de artar bile. Nasıl ki ulus inşa sürecini tamamlamış bir topluluğun siyasal meşruiyetini kimse sorgulamıyorsa, konuşulan, pazara egemen kılınan bir dilin de meşruiyetini kimse tartışmaz. Bu nedenle yasaların değişmesini beklemek yerine ‘demokratik özerklik’ projesi çerçevesinde başlatılan iki dilli yaşamın desteklenmesi dilin özgürleşmesine yol açar. Geçmişte sadece öğrenci gençliğin misyonu olarak algılanan anadille eğitim talebi bugün herkesin sorumluluğunu üstlenmesi ve sahiplenmesi gereken bir haktır.   Başörtüsüyle üniversitelere girmenin de yasal zemini yoktu ancak hükümetin desteğiyle fiili durum yaratılarak, yasalar yaşananlara uygun hale getirildi.   Aynı durum zorunlu din derslerine tabi olmak istemeyenler için de aslında iyi bir mücadele yöntemi olabilir. Bu bakımdan sivil itaatsizlik eylemleri olarak Türkçe okulların boykot edilmesi, KCK duruşmalarında Kürtçede ısrar edilmesi ve belediyelerin Kürtçe coğrafi adları meclis kararlarıyla iade etme girişimleri ve bunu hayata geçirme çabaları dikkate değerdir.  
    Kürtçenin eğitim dili olması ile siyasi ve coğrafi bölünme arasında ilişki kurmaya çalışan devlet aygıtı cumhuriyetin seksen seneden beri Kürtçenin varlığını inkar edip her fırsatta Kürtçe şahsında Kürtleri aşağılayan resmi ideolojisinin Kürtlerde yarattığı ruhsal bölünmeyi nasıl ortadan kaldıracağına dair bir proje sunmak yerine bu ruhsal bölünmeyi derinleştirmeye çalışmaktadır. ‘Bölünme’ sözcüğü Türk siyasal terminolojisinde eşitsizlik, özgürlük karşıtlığı, devlete sadakat ve itaat olarak kodlandığından, Kürtler ‘Misak-ı Milli’ sınırlarını çelik duvarlarla da örseler, söz konusu pejoratif ve saptırılmış kodlamadan dolayı, bölünmeyi seçilmiş bir travmaya dönüştüren kesimin tutumunda bir değişiklik olmayacaktır. Kürtlerin anadilde eğitim talebine Kürtlerin gizli bağımsızlık ajandalarının ilk aşaması olduğu gerekçesiyle karşı duran milliyetçi muhafazakâr statükocuların açık ajandası halkta korku yoluyla ‘bölünme’ paranoyası yaratıp Kürtçenin önüne set çekme stratejisidir. Bu strateji inkâr aşamasından Kürt kimliğini tanıma ancak haklarını tanımama noktasına evirilmiştir. Bu önemli bir gelişmedir. Ancak yeminli ve maaşlı Kürt karşıtı misyon faaliyeti yürüten resmi ideologlar ve uzantıları siyasal İslamcı neo-Kemalistlerin Kürtlerin stratejisine göre konjonktürel konum belirlediklerini göz önünde bulundurduğumuzda,  memuriyetlerini doğal karşılamak gerekir. Bu nedenle, ahlaki, insani ve demokratik temayüllerden uzak bu tür yaklaşımları ciddiye almak ve tartışmayı bu eksene çekmek siyaseti düzeysizleştirmek ve geriye çekmek olur. Gerek resmi ideolojinin geleneksel sözcüleri Kemalistler gerekse de yeni sözcüleri siyasal İslamcıların kaygısı Türkçe şahsında Türklüğün uzamsal alanının daralması ve tahakküm alanlarından birini yitirme endişesidir. Dolayısıyla yürütülen karşı mücadele tepeden tırnağa ideolojiktir, siyasaldır.
        Nihayetinde ulus inşa sürecinin bir parçası olarak anadilde eğitimin tarihsel ve sosyolojik çerçevesi anlatılırken ortaya konduğu gibi etnik dillerin ulusal dillere dönüştürülmesi politik bir gereksinimi karşılamak içindi.  İnsani bir bağlama oturtulduğunda sanki meseleye meşru bir zemin kazandırılmış gibi oluyor. Ancak sorunun tarihsel ve sosyolojik boyutlarıyla yerel ve uluslar arası konjonktür göz önünde bulundurulduğunda insani yaklaşımın iyi niyet belirtisinden başka bir şey olmadığı görülür.

*****
    
          Bireyin siyasetle kurduğu ilişki çoğunlukla dille kurduğu ilişkiyi belirlemektedir. Ama anadilde eğitimi savunmak ile o dili gündelik hayatın bir parçası olarak yaşamak arasında her zaman eşit bir gelişme olmayabilir.  Sömürgeciliğin yarattığı ruhsal tahribat bireyin dilsel tercihine yansımaktadır. Çünkü dil kişiliğin oluşmasında ve zihnin biçimlenmesinde çok önemli bir rol oynar.  Anlamlı semboller üretme, kavramsallaştırma ve soyutlamaya hizmet etmesi gerek dil ne yazık ki Kürtler için genellikle baskı unsuru olmuştur. Zoraki Türkçe eğitim Kürtçeyi ötekileştirerek; Kürtlerin kişiliklerine yabancılaşmalarına, özgüvenlerini yitirmelerine, aşağılık kompleksine kapılmalarına yol açmıştır. Ayrıca hiçbir zaman kaybetmeyecekleri aksanlarıyla Kürtler hayat boyu ‘beyaz efendi’ gibi konuşma kaygısı güder köle ruhlarıyla.  Kürdü ve dilini ilkellik, geri kalmışlık, utanç verici bir durum, üstesinden gelinmesi gereken bir illet olarak kodlayan Türk egemen zihniyetinin kurtuluş reçetesi, modernleşmektir. Türk modernleşmesi Türk kimliğine dayalı batılı bir kültürel-siyasal yaşamın inşasıdır. Periferideki Kürdün kendi kültürel, sosyal ve siyasal dinamikleri dışında merkezdeki kültürle bütünleşmesi, Türkleşmesi anlamına gelmektedir.  ‘Muasır medeniyetin’ diline karşı aşağılık kompleksine kapılan Türk halkı, Kürtçeye karşı ise küçümseme ve yok sayma eğilimindedir. Hem İngilizce hem de Kürtçe bilen Kürde karşı ise duygu karmaşası yaşanır.  Aslında bu karmaşık ruh hali birçok Kürt’te de var. Karataş Sömürge İnsan’da bunu şöyle diler getirir:

“İnsan kendi çocukluğuna, benliğine, toplumuna, geldiği yere yabancılaşarak, kendinden uzaklaşarak yeni bir dili öğreniyorsa ve yeni dil o güne kadar ki bilgisini, zihniyetini, anlayışını kötürümleştiriyorsa; bu öğrenme süreci kişiyi ruhsal, zihinsel olarak zenginleştirmenin aksine fakirleştirir… Çünkü Türkçeyi öğrenme, kişiyi aşağılayan bir süreç olarak gelişmekte. Normal koşullarda insanlar görüş ve duyuş dünyalarını derinleştirmek, geliştirmek ve zenginleştirmek için başkasının dilini öğrenir ve bu öğrenme süreci insanı aşağılamayan, aksine mutluluk duyacağı bir öğrenme deneyimi olurken; sömürgeleştirilen için sömürgecinin dilini öğrenmek kendinden uzaklaşmayı içeren mutsuz bir süreçtir… Aslında gerçek olan tek bir şey var; sömürgecinin dili insanı sömürgeleştirmenin aracıdır”[4].

Ne esef verici bir durumdur ki, sömürgeciliğin yarattığı tahribat o kadar derinlerde kök salmış ki 12 Eylül rejiminin utanç verici hatırası bile bunu aşmaya ve anadille barışmaya yetmemektedir.  Bir tür gönüllü oto asimilasyon süreci işlemektedir. Meseleye pazara hâkim olan Türk dilinin öğrenilmek istenmesinden çok,  aşağılanmış insanın aşağılanmaktan zevk alması ve sürekli ayaklar altına alınmış kişiliğinin izlerinden kurtulmak istememesiyle açıklanabilir. Başka bir deyişle Fanon’un ileri sürdüğü gibi, bu; ezilenin kendisini ezeniyle ruhsal ve duygusal olarak özdeşleştirmesi sürecidir. Bu özdeşliğin kurulmasıyla birey geçmişin ‘utanç’ verici hatırasını bilinçaltına itmeye çalışır. Resmi ideoloji bireyi kendisine ve değerlerine öyle bir yabancılaştırmıştır ki kişiyi geçmişine ve değerlerine bağlayan her şeyden utanır duruma getirmiştir. Kemalizm özellikle dilin aşağılanması ve karatılması aracılığıyla Kürdün ruhunu tarumar etmiş ve insanı insan yapan temel etkinlik olan düşünme faaliyetinden yoksun bıraktırmıştır. Bu nedenle, anadille eğitim gerçekleştirildiği takdirde dirilecek olan sadece Kürt kültürünün ve edebiyatının anlamlı sembolü olan dili değil aynı zamanda kendisidir.  Sorunun özü ve nedenleri siyasal bir bağlam içinde tartışılabilir fakat doğurduğu toplumsal ve psikolojik sonuçlar sorunun kendisi kadar önemlidir.  Söz konusu travmayı atlatmanın,  kişiye özgüven kazandırmanın ve onurlandırmanın yolu kendisine ait bu değere hayat vermekle olur. Çünkü anadille eğitim ırzına geçilmiş bir ruhun ve kişiliğin onurunun iadesidir aslında.  AKP kabinesinde Eğitim Bakanlığı da yapmış olan Hüseyin Çelik’in partisindeki tekçilerle zerre kadar ihtilafa düşmemesi ve anadille eğitimi bir yana bırakın bir kez olsun ‘Kürt’ sözcüğünü telaffuz etmemesi veya anadille eğitimin ‘onurunu’ zedelediğini düşünen dünün Kürdü bugünün Türkmeni Kılıçdaroğlu’nun tutumu Fanon’un ezilenin ezenine dönüştüğü tespitinden başka neyle açıklanabilir ki? Bu; muhtemelen sömürgeci ideolojinin üretim aygıtlarının, bir kişiyi kendisinden koparmada ve geçmişine ait her şeye düşman kılmada, ulaşabileceği maksimum başarı düzeyidir.  Yine Karataş’ın ileri sürdüğü gibi: “İnsan kendisinden kaçarak bir kimse olamaz, ancak bir kukla... Olabilir.  …kendinden kopan bir insanda içtenlik, samimiyet olmaz, kandırmacı, aldatmacı bir kişilik gelişir. Bu kişilik ve kimlik bir karış yalandır. Zorlama, aşağılama, mecbur bırakma, zorbalık olmadan hiç kimse kendi sürekliliğinden ve kimliğinden sapmaz; hiç kimse kendisini aşağı görmez, annesinden öğrendiği dili aşağılamaz, ruhuna bedenine, zihnine acı veren zorbanın dilini benimsemez.”[5]. Günümüzde faal iki siyasal şahsiyet olmalarından ötürü verdiğim örnekte olduğu gibi, Kürde ve diline karşı, dünya görüşü ne olursa olsun resmi ideolojinin eğitim sürecinden geçen ve bu eğitimi özümseyen birçok Kürdün gösterdiği tepki ret ve inkârdır.  Karataş’ın da belirttiği gibi sömürgecilik kendisine uygun bir ucube varlık; bir yalancılar dünyası yaratmıştır.  Bu nedenle, anadille eğitimin gerçekleşmesi yalnızca siyasal bariyerleri değil, aynı zamanda psikolojik bariyerleri de yıkacaktır.


*****
  
Sonuç itibariyle, Avrupa dışı bir modernlik deneyimi olarak Türk modernleşmesi etnik Türklüğe dayalı tekçi bir siyasal tasarımdır. Kemalist rejim uluslar arası güç ve sözleşmelerden aldığı güçle, bu mühendislik projesinin gereği olarak Türkçe dışındaki diğer diller ve kültürel değerleri kamusal siyasal alandan men ederek sadece Türkçeyle anadilde eğitime yönelmiştir. Azınlıkların dillerine ilişkin hukuki düzenlemeler bu tartışmanın kapsamının dışındadır. Kürtler yerel veya uluslar arası hukuka göre tanımlanmış bir siyasal statüye kavuşmadıkları sürece öteki hakları gibi anadilde eğitim hakkını da elde etmeleri mümkün değildir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi faşist dikta rejimlerinin Avrupa’da revaçta olduğu bir dönemde biçimlenmiştir. Ancak siyasal İslamcıların iktidara gelmesiyle birlikte Kürtlerin ulusal varlığının inkârından vazgeçilmiş olmakla birlikte yeni rejimin iktidar stratejisine uygun olarak temelsiz birçok kültürlülüğün kapısı aralanmıştır. Anayasal olarak tanımlanmamış, resmi geçerliliği olmayan dil ve kimliklerin varmış gibi muamele görmeleri sadece varlıklarının üzerini örtmüş ve varolma mücadelesinde meşruiyet zeminlerinin ortadan kalkmasına neden olmuştur.  Bu iktidar stratejisi kimliklerin yalnızca devletin denetiminde varlığını sürdürmesine olanak tanır. Devletten bağımsız öznelleşme deneyimlerine; kültürel entitelerin siyasal aktörlere dönüşmesine ve etnik veya inançsal farklılaşmanın doğurduğu iktisadi eşitsizliğin ortadan kalkmasına izin vermez.   
      
Pekiyi anadille eğitim ne tür bir siyasal ihtiyacı karşılayacağına gelince;

a)Dünya devletler ve halklar topluluğundan dışlanan, söz ve tarih yapma hakkı elinden alınmış olan Kürdün kendi diliyle tarihini ve ulusunu inşa etmesine,
b)Sömürgeciliğin yarattığı ruhsal travmaların atlatılmasına, yarattığı düşünce ve davranış tarzından kopmasına; Kürdün kendi diliyle edebiyatını, müziğini, kültürünü biçimlendirmesine ve alternatif bir düşünüş ve duyuş tarzı oluşturmasına,
c) Sömürgeciliğin gasp edip, kararttığı yerel kültürün canlandırılıp gün ışığına çıkarılmasına;
d) Ezilen, dışlanan, söz ve karar hakkı elinden alınmış olanların haklarının iade edilmesine hizmet edecek.
     


[1] Feodal Toplum, Marc Bloch, syf: 121, Doğu Batı Yayınları,
[2] Hayali Cemaatler, B. Anderson, syf: 88-90, Metis Yayınları 
3 Nations and Nationalism, Eric J. Hobsbawm, syf: 60,  Cambridge University Press 1990
[4] Sömürge İnsan, syf: 31, Hüseyin Karataş, Peri Yayınları
[5] Sömürge İnsan, syf: 27, Hüseyin Karataş, Peri Yayınları 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder