Bir işsizin aşağılandığı, kişiliksizleştirildiği nihai olarak anlamsızlıkta hiçleştirildiği ve kölelik değerleri üzerinden ifade edildiği İŞSİZLİK kavramsallığında istihdam edildiği yer GİT! ÇALIŞ! emir formudur. İşçilik kavramını meşrulaştırmanın en nihai hali işsizlik kavramının akademik ve kapital düzlemde sorunsallaştırılmasıdır. Dipnot-1: istihdam nedir? Hdm kökünden gelir hademe ve hadım kelimelerinden bağımsız düşünüldüğünde günümüzdeki anlamı ile anlaşılır. Hadım ağası formunda algılandığında ise kralın mahremine sahip olmanın en namahrem formudur. Ağa ya da yahya olmanız problem değildir, bu cumhurbaşkanı olmanız kadar mümkündür sorun olan sadece istihdam edilebilir olup olmadığınızdır ya da günümüz formu ile işsizlik problem değildir işçi olup olamadığınız sorundur. Dipnot-2: kölelik değerleri; iş, işçi, işlek, işsiz, işveren, işsizlik, işkolik…..
İşsiz olmadığınız sürece her şey olabilirsiniz: Anarşist, müslüman, kürt, fakir, solcu, faşist, pis, derviş, siyah, ankaralı, manken, rezil, patates, katil…. Dolayısıyla her şey üzerine konuşabilirsiniz en yüce değerler ve en zelil hareketler üzerine ancak tüm konuşmalar şu garip soruyla son bulur: E- hayatını nasıl idam ediyorsun? Ya da hayatını nasıl idame ediyorsun? İdam ile idame arasındaki fark ise birini siz yaparsınız diğerini geri kalanlar.
İlk emir; GİT! Eğer bu form ananı da ibaresi taşırsa sabrınız taşabilir çünkü bilinçdışımızda en yüce değer, en adil olan tanrıya atfen gölgesi kralın asayı musası, en demokratik ülkünün en adil reisi cumhurundur, özetle dilin kemiği yoktur. Fakat kral çıplak değildir oysa anadan üryan iken çıplak ve değersizdir. Sabrınızı taşıran ise en içsel ezo ya da ego kralcı olmanızı içselliğinde uyaran en ideal kral olmanızı örtemeyen anasınız. Oysa gerçekte git bir bilinçdışı formu olarak ya öl ya da terk ettir, bunu yapmazsan ya öldüreceğim ya da terk ettireceğim. Her ülkü böyle ülke olmuştur. Oysa asıl problem bu kadar aşikar olan GİT! emir formunun neden asıl emir olan ÇALIŞ! formunu örttüğüdür. Çünkü git sorgulanabilir her biçimde. Ancak ÇALIŞ! asla sorgulanmaz en muhafazakar dinde (hfz, hafız, hafıza, muhafız,mühafaza….kısaca konserve ve conservative) ve radikal ideolojilerde (marx’ın das capital’i en değerli ironidir). Aslında en çok sorgulanması gereken ÇALIŞ!’ın kendisidir. Muhakkak bir çalıştıranınız vardır. Çalışmadığınız sürece ne devlette ne de ailede bu emir formu üzerine tek kelam edemezsiniz. Hamilelikte eksik kalan büyüme doğalda, toplumda ve nihayetinde okulda sürdürüldüğünde bu 7’sinde ne ise 77’sinde odurun evrimidir. Örtülü bir emir formu olan ÇALIŞ! ailede sözde en masum haliyle ders ÇALIŞ!tır. Ders (müderris-öğretmen medrese-okul tedrisat …) ifadesi bilinci iyilikle şekillendirirken ÇALIŞ! emir formu tüm hayatı sizden bağımsız olarak, bilinçdışınızda, sistemi var eder. İktidar nasıl ki hiç dokunulmayan en çocuksu öznel bilinçse ÇALIŞ! da toplumsallığın en yüce merhalesi olan devletin en dokunulmaz nesnel söylemi ve varlığıdır. Öyle ki, özne nesne ilişkisi dil denen lanetin en masum dizgesi olan gramerdir. Sizi, işe ders ÇALIŞ!tırmakla başlatıp tüm hayatınız boyunca en saçma işlerde çalıştırarak kölelik değerleri ürettirir. En radikal fikirler bağlamında başka bir dünya mümkündür gailesinde bir laf ederseniz mümkünse bunu işsizken yapın. Çünkü ilk karşılaşacağınız soru hayatını nasıl idame ediyorsun olur. Bu soru, hayatınızdaki her şeyi anlamsızlıkta hiçleştiren bir sorudur. Çünkü pratik(eylem) denen lanet hiç de pratik ya da pratikçe değildir. Dil denen mantık silsilesi sizi her şeyiyle mahkum eder. Size lokmayı veren dil ile boğazında bıraktırır. Açken ya da yemek yerken asla çalışmak üzerine konuşmayın. Çünkü sizi aç bırakan şey çalışmanın kendisidir. Açlık hiçbir zaman toklukla giderilemez. Zira bugün ne kadar yersen ye yarın kesinlikle ve yine açsın. Yarın korkusunun nedeninin kıtlıktan değil açlıktan olması bu yüzdendir.
Dil denen mefhum mantığın ta kendisidir. Dil üzerinden birkaç alıştırma;
X açtır cümlesine verilen cevap NİYE ÇALIŞ-MI-YOR. Bu tümce dilin gramerinde şimdi ve süreklilikte bir çalışmama durumuna tekabül eder ve daha önce çalışmış olmanızı da anlamsızlaştırır. Çünkü çalışma hep bir süreklilik içerir. NİYE ise bunu belirsizleştiren bir formdur. Çünkü soruyu çalışmak üzerinden alıp NEDENSELLİK’e taşır. Sonsuz neden ve sonsuz sonuç ilişkisinden sizi koparıp tek sonuca mahkum eder. Bir çok neden söyleyebilirsiniz ama sonuç asla değişmez. Çünkü sonuç var olan duruma gerçeklik kazandırmak içindir. Mantık dizgesini kırmaya çalışırsanız ifadeler sertleşir ve küfre doğru yol alır: Çalışmayana mama yok. Sizi doğduğunuza pişman eder. Mama bebekliğinizdir. Hele ki aş erdirmişseniz, hayatın boyunca anne denen illet sizi rahmine mahkum eder. Dipnot-3: mama kelimesi yeme eyleminin ilk sesçil formudur. Mama derken siz, aslında açımı ifade ederken ona ironik olarak ilk sahip çıkan annenizdir. O yüzden bir çok dilde mummy, mader, mutter, mother, anne, ma, mak iken kafkas dillerinde baba’nın mama bunu sahiplenmesi bu ilk sahiplenmecileri de deşifre etmiştir. O yüzden en büyük küfür ananın amıdır. Bunun örtüsü ise yarraktır (silahla aynı eylemselliğe ve kökene aittir). Dipnot-4: Küfür bir şeyin üstünü örtmektir, küfre duyulan rahatsızlık da buradan gelir. Küfrün dil gramerinde çözümlenmesi ile bir çok şeyin üstünü açabilir ve çıplak bırakabilirsiniz. Eğer birgün babanızla en radikal fikirlerinizi tartışırsanız duyabileceğiniz en iğrenç küfür senin amını sen ananın amındayken siktimdir. Hangi siken ensest değildir ki. O yüzden başkaları da size ananın amına kaçsan da bulurum seni’yi bu yüzden bilir. Küfür dilin namusudur ve onu devlet korur. O yüzden birileri şu cümleyi kurabiliyor: olmasaydı devlet kimin dölü olurdun. Dipnot-5: nomos arapçaya yunancadan geçmiş kanun anlamına gelir. Namusunuzu devlete teslim ederseniz artık pürü paksınız. Kimin dölü olduğunuzu kimse sorgulayamaz o devletin kendisidir, o yüzden devlet sorgulanmaz sorgulayanlar da gâvur dölüdür. Çünkü kanundan kaçamazsınız. Bu arada devlet babayı, babayı, küfrü unutmayın!... Hatta anneyi de na-masum görün!
Neden zengin koca ararız. Koca illetini zenginlik örter. En zengin koca çocuğuna tecavüzde bulunmamışsa da tacizde bulunmuştur. Çünkü hiç değilse onun kız/erkek arkadaşını hep sorgulamıştır. Devletin huzurunda onu nikâh masasında kurban olarak sunmak için tanrıdan daha evvel harekete geçmiştir. Zengin kocanın illetinden deneyimle kurtulabilirsin ama deneyimin gerekliliğine bilimsel bir inançla sadık kalanlar onu yaşamadıkça problemi kaçanda arayacaktır. Nihayetinde, en inançlı dindarından en asi anarşistine kocaya kaçan olacaktır. Onu oraya getirten kemiği olmayan dildir. Öyle ki dilde, sıfat ismi unutturur. Tanrının varlığını reddedilirsiniz ama onu zati ve subiti sıfatları temelinde kelamda tartışabilirsiniz. Çünkü ona yapılan atıfların sorunsal olduğuna kanaat ederek onun tözüne helal getiremezsiniz. Koca ifadesine sadık kalmamızın temelinde kadınlığımıza olan inancın güçlülüğü yatar. Öyle ki onda, zenginliği doğru kullanabilecek doğru kadının bilinçaltının yansımasının bir biçemi vardır. Oysa arayanın aradığı şey kendi algısının yanılgısından başka bir şey değildir. Bu gerçekliği örten ise dildir ve o asla orada olduğu gibi mübin (açık) gözükmeyecek. Gerçek olan onun örtü olduğudur çünkü. Peki, sıradan koca nedir ya da sıradan kadın çünkü ayrımın kendisi insan olmanın gerçekliğini örter. Vaktin nakit olduğu günümüz dünyasında herkes borçludur aslında bu borç istatistikîdir. Ancak eğer ki eşiniz ya da babanız ya da anneniz ya da evladınız borçluysa işte istatistiği unutmamanız gereken nokta burasıdır. Çünkü modern dünyanın batıl inancı olan istatistik burada inancınızı sorgulamaya yarayan tek formdur. Başınıza gelmeyen her şey batıl ve batinidir. Bugünlerde ortalama hayatta var olmaya çalışan herkesin borcundan kurtulmak için sarıldığı yılan kendi eşidir. Hepimizin eşinin kredi kartı var ve onları kullananlar biziz. Kendi borcumuzu kapatabilmek içindir. Demek istenen kapitalizme eşimizi satan yine biziz ama ne şekilde olduğu ise onlar adına geçirdiğimiz işyerlerimiz ve onların adı altında kullandığımız kredi kartlarıdır. Benjamin, paranın gücünün her şeye yettiğine inananın para için her şeyi yapabilen olduğunu salık vermişti. Buna ne kadar inanmasak da öyle olduğumuza uyandığımızda gördüğümüz elimizdeki faturanın her gün işleyen günlük faizinin durmadığıdır. Elimizde hiçbir şey yokken her geçen gün artan faizde kaybettiğimiz, kişiliğimizdir. Yapabilecek tek bir şey vardır: Oturup çalışmanın ve gerçeklikte onun kutsallığını sorgulamak.
Aranot–1: Para üzerine bir kara ütopya; Çin’de deniz kabukları, kuş tüyleri ve benzeri malzemeler arkeolojiden önce para olarak kullanılırdı. Aynı şekilde benim çocukluğumda cinler, soğan kabuklarını para olarak kullanırlardı. Efsanelerde veya kudret helvasından önce tüccarlar tanrılarının heykellerini helvadan yapardı. Olur ya yiyecek bir şeyleri kalmadığında tanrılarını yiyebilsinler diye. Kızılderililer Colomb’dan sonra Amerika’yı terk ettiklerinde son nehir kuruduğunda son balık tutulduğunda solukbenizli bizlerin parasının yenilemeyeceğini zannediyorlardı. We trust in god, who save the queen’in angloterra’sında nakit para kullananları potansiyel terörist addettiler tv’lerde. kanada’da iskân eden kızılderililerin totemleriyle terane geçen üniversiteliler günümüz dünyasının tanrısı yeşil ve kızıl ledlerle matrix ihtişamıyla dans eden borsasında hepimizin orpheum’u olan pisagorun orfistliğinde ve dilencilerin artık pos cihazlarıyla dilenmesiyle para son buluyor, tahmini bir rakamla barkod numaralarımız altında ya da sıfırla ki artık bu rakamla 0’ız. Tüm bu yazıları 1 ve 0 rakamlarını kullanarak yazabiliyorsam en nihayetinde birilerimiz 1 diğerlerimiz 0 olacak. 10 yıl sonra nakit para kullanımı için eylem yaptığımızda hepimiz kinetik olarak terörist olacağız. Vakit bu kadar hızla nakit oluyorsa nakit artık rakkamdır.
Çalışmanın kutsallığı üzerine; özelliklede değilliği üzerine;
Aranot-2,3,4: Türkçede Yörükler yürüdükleri için değil göçebe yaşamı bildiklerinden geri kalanları yatuk olarak isimlendirirlerdi. Yan gelip yattıkları için değil şehirlerde oturup toprakla uğraşmanın zorluklarını bilmeden rençper ve çiftçilerin emeğini hoyratça tükettikleri için. Ne iş yaparsanız yapın halen yiyip içtikleriniz toprağa terini ve artık kirini ve hatta kinini akıtanların emeğidir, emeklerini yiyorsunuz. Çalışmak sadece budur. Gerisi şalvarı şaltak Osmanlı eğeri kaltak Osmanlı ekende biçende yok yiyende ortak Osmanlı’dır. Kutsal diye addedilen çalışmak budur. Ey şehirliler yaptığınız tüm işler lanettir.
Kürtçede dest qirêj pê qirêj temam bûne sabûnpêj. Yek ku bêpêşk be na be pêjkurya malê, û kewaniya malê istûna malbatêye. Pêjirandin, pijandin fêlên kar kirana yên herî qewnin. kewani jî kebanî, kedbanî, kadbanu yê tê. kad jî taseke tê da hevîrtirşk dihate vedşartin ji bo hevirê sibê. Ked jî ji wir tê. kew jî çivika aşitîyê ye. Çalışmak Kürtçede en eski formuyla pişirmek demektir. Emek ise bekletilen hamurun konulduğu tasta maya ile eşdeğer tutulmuştur. Kutsal denen çalışma budur. Bugün entelektüeller household’u da kapitalizm için pazarlanabilir kılma derdindedirler. Belki de Kürtler evingüvercinine her şeyden daha fazla sahip çıkmalılar. Kar, karên farsan, îş, îşên tirkan ve xebat, xebatên areban kelimeleriyle emperyalizmi yeniden değerlendirmelidirler.
Arapçada şğl çalışmanın en anlaşılır formudur. Meşgul kelimesinin kökeni budur. El emeği (yewmiye) ya da kol gücü (ziraa) üzerinden anlatılan çalışmak kutsaldır. Bu meşguliyet bir yaşam formudur. Mülkün sahibine inanın mülksüzün infak’ın zaruriyetinde nifaktan kaçmasıdır. Yoksa çalışmak parmağında gümüş yüzükle, elinde göbeğiyle, altındaki jeep’e sığmayan münafığın kutsiyeti değildir.
Alın terinin akmadığı hiçbir iş doğal değildir ve gerçeklikte emek de değildir. Emek, kendi ihtiyacından az ya da çoksa değersizdir ve kölelik üretir. İhtiyaç ise, doğallığımızın en güzel ve en estetik hali olan çıplak bir midenin gereksiniminden başka bir şey değildir. Ondan ötesi artıdeğerin yeniden dolaşımıdır. Artıdeğerin arttığı her oranda değersizleşen biziz. Dolayısıyla kendi bahçesinde kendi doğal ihtiyaçlarından fazlasını üreten herkes kapitalizmin kuludur, kölesidir ve ondan en büyük sermayedardan daha fazla mesuldür. İhtiyaç ne midir? Karnınızda taşıdığınız bok çuvalından başka bir şey değildir. İhtiyaç midenizdir. Kapitalizmin imgesinin obezden farklı bir şey olmamasının nedeni budur. Her göbeği olan kapitalisttir. Bu sporla veya zayıflama hapıyla atlatılabilecek bir şey değildir, bu aç olanın doyurulmasıyla atlatılabilir. Ha bir neşter yemişsin midene ha bir bıçak eğer kusuyorsan, bir Romalı gibi açlıktan nefesin kokmuyorsa kapitalistsin.
Herhangi bir işyerinde çalışıyorsan ve iş yeri tüm çalışanların ortak ürettiği ve ortak bölüştüğü bir yer değilse işçiliğin görünmez kıldığı SENSİN! Senin çalışman ve emeğin kutsal değil, lanettir. Senin lanetin yüzünden patronun bodrumda 5 yaşında bir kız çocuğuyla yaşadığı pedofilinin sebebi SENSİN! ve korkaklığının bedelini mensturasyon yaşayamayan bir kızın ağlamaktan kuruyan gözyaşlarını, kan kırmızı ciğerinden söken aşağılık kişi patronun değil. Ona o fırsatı veren aşağılık kapitalist SENSİN! Bir öğünlük açlık taşıyan iğrenç korkağın kansızlığından kan emdiren kapitalist SENSİN!
Patronun çocuğunu özel okullarda asgari ücretle çalışan yeni mezunların sömürülmesini iplemeden okuturken, kendisi rezidans denen modern ranzalarda yaşarken; sen asgari ücret köleliliğinin var olması için uykundan, çocuklarına ayıracağın vakitten feragat ederek, kendini sorgulamadan erkenden oraya koştuğun için o, özel aracında elinde kahvesi kulağında telefonuyla aheste trafiğe uyum sağlarken sen, sen gibi binlerce köle ile metrobüsle ondan önce işe varmak için uyuklayarak için geçmiş elini otobüsün bir tarafına tutturmakla kapitalizmin var olması için kanını akıtan kepazesin. O yüzden kepazeliğin sen kadar bana da bulaşıyor. Bunu reddedemediğin rezilliğinde beni de köleleştirmeye çalışan aşağılık kölesin. İşçi bozuntusu asıl kapitalist SENSİN! Senin yaptığın her iş lanettir.
Kiralık bir eve ihtiyaç duyman zaten en büyük dertken bir de utanmadan onu bulabilmek için ağzı geveze gözü reveze bir emlakçıyı araya sıkıştırarak o asalağı da palazlandırarak ev kiralarının daha da artmasına neden olan karaktersizliğinin doğayı kutu kuku hale getirmesinden utanç duymuyorsan varlığın utançtır. Gitgide azalan insanlığın daha da yabancılaşmasından sen mesulsün. Her ay ödenen kiralardan yeni ev aldırdığın ev sahibinin kişiliğini sorgulamadan onu zengin etmekten sen sorumlusun. O aşağılık softanın birkaç alt sokakta günışığının ilk ışıklarında yoksulluğa isyan bedenini satmaya çalışan ev kadının sarsılan tüm varlığından sen sorumlusun.
Silikozis hastalığını duyduğunda taşlaşmış yüreğin o taşlanmış kotları halen giyebiliyorsa o insanların acizliğine halen çığlığın gür bir ses vermiyorsa sokaklarda rahat dolaşamamanın nedenini asla öğrenemeyeceksin. O sokaklardan her geçtiğinde her geçen gün daha fazla üniformalıların gbt tacizine maruz kalacaksın. Lgbtt’lilerin uğradığı tecavüzden sen hep bihaber kalacaksın ta ki kendi evinde sevdiğin tarafından tecavüzün ne olduğunu psikologa ödediğin ücretin bedelinde itiraf edebildiğinde yalnızlığında gördüğün her dudak büküş o silikozlilerin ölüme yaklaşan çığlığın sessizliği olacaktır. Senin, onun ve herkesin yaptığı iş lanettir.
Herhangi bir üniforma ile masa başında oturup onun bunun dedikodusunu yapan aynı şekilde onun bunun hakkında dosyalar tasnifleyen bir de eliyle belindeki silahı sürekli yoklayan buna da çalışıyorum diyenin ne işi ne de emeği kutsaldır. Aksine lanettir.
Sonnot–1: Çalıştığımız işyerlerinin, yaşadığımız evlerin, alış veriş yaptığımız ve gittiğimiz mekanların ve yaşamımızı sürdürdüğümüz tüm alanların insanlarının şahsiyetlerinden kendimizin varlığı kadar sorumluyuz. Zor koşullarda kazandığımız kazancı kişiliksiz, mesnetsiz, aşağılık kimselere heba etmemeliyiz. Mümkün olabildiği kadar emeğimizi ucuza satmamalıyız. Daha az çalışıp daha çok kendimiz olmalıyız. Her şey çok zor zaten bunun bilincindeyiz. İnandığımız ya da düşündüğümüz değerleri kendi hayatımıza yansıtmalıyız. O zaman gerçekten birçok şeyi değiştirebiliriz. Ben kendi şahsıma çok uzun seyahatler ve araştırmalar sonucunda kendi karakterime uygun bir çözüm bulabildim. Samimiyetle eyleme geçecek herkesle çözümler konusunda fikirlerimi memnuniyetle paylaşacağım ve elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağım.
Sonnot–2: Tüm hayatını günde 2 saat çalışarak ve sadece bir tepsi Şam tatlısı satan Hasan Emmi’nin hayat felsefesine sadık kalarak dünyanın en doğal, en şifalı ve maliyeti gayet yüksek olan tatlısını sokaklarda satacağım. Günlük ihtiyacım olan çok düşük masraflarımı oradan kazanacağım. Tepsinin yarısını da çocuklara, kadınlara ve yoksullara dağıtacağım. Lanet iş yapan hiç kimseye el emeğim olan tatlıyı satmayacağım. Ali Ustama verdiğim söz üstüne işin sırrını açıklamayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder