16 Ocak 2011 Pazar

Devrimini Yiyen Çocuklar - Deniz Özgür

Qijika Reş Dergisi Sayı:1

1960'lar ve 70'ler, hayatı politik renginden kavrayanlar ve tadanlar için bir laboratuar işlevi görmeye ve bir esin kaynağı olmaya devam ediyor. Şu ya da bu biçimde mücadele eden herkes; yeni toplumsal hareketler, direnme biçimleri üzerine pratik üretip zihin yorarken, yeni dinamikleri anlamaya çalışırken o yıllara dönme ihtiyacını bir şekilde duyuyor. Olası sistem karşıtı hareketlerle örgütler arasındaki organik bağların kurulabilmesi için bu geri dönüşlerin gerekli olduğunu düşünüyorum. Tabi amaçlanan kısır bir nostalji güzellemesi ya da tarihsel bir mitin büyüsüne saplanıp kalmak değilse… Doğrudan söze başlamak gerekirse, bu, RAF (Kızıl Ordu Fraksiyonu) fenomeni hakkında bir yazı olacak. Neden ‘fenomen’? RAF, her ne kadar içinde şekillendiği dönemden bağımsız ele alınamasa da geleneksel kalıpların dışında bir örgütsel yapı sergileyebildiği için dönem içerisinde ayrı bir yere konabilir. RAF’ı özgün kılan yönlerine değinmeden önce, RAF üyelerinin de içinde radikalleştiği atmosferden biraz söz etmek gerekiyor.


Alman Yeni Solunun Yükselişi
Alman yeni solunun gelişiminden biraz bahsedersek, Sosyal Demokrat Parti’nin (SDP) öğrenci yapısı olarak işlev gören Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonu (SDS), SDP’nin 60’ların başlarında açıkça reformist bir çizgiye kayması sonucu partiyle çatışma içine girer. Bunun sonucunda federasyon, 1961 yılında partiden çıkartılır. Bu ihraçtan sonra radikal çizgisini koruyan SDS, yeni bir sol yaratmanın imkânına kavuşacaktır. Marksist kuramı temel alan ama Wilhelm Reich, Herbert Marcuse, Sartre ve Frankfurt Okulu düşünürlerinden de beslenen ve anti-dogmatik bir çizgiyi benimseyen bu yeni sol, 1960’ların sonunda oluşan Alman öğrenci hareketinin ideolojik yöneliminde belirleyici bir etkiye sahip olacaktır. Yükselen öğrenci hareketi, Vietnam savaşı, F.Almanya’nın silahlanması protestoları sırasında gittikçe dozu artan bir baskıya maruz kalmaktadır. 2 Haziran 1967’de İran Şahı’nın Batı Berlin ziyaretini protesto gösterisinde Behno Ohnesorg adlı bir öğrenci polis tarafından öldürülür. SDS lideri Rudi Dutschke, 11 Nisan 1968’de sokak ortasında başından vurulur. Artan bu şiddet dalgası hareket içindeki herkeste büyük bir infial yaratır. Ulrike Meinhof, Konkret*te şöyle yazar: “Rudi’ye sıkılan kurşunlar şiddet karşıtlığı düşünü sona erdirdi. Silahlanmayan ölür, ölmeyenlerse canlı canlı cezaevlerine, ıslahevlerine, toplu konutların kasvetli betonlarına gömülür”. Devletle şiddetli bir cepheleşmenin içine giren hareketten bazıları yeraltına çekilir ve şehir içinde verilecek bir gerilla mücadelesinin imkânlarını yaratmaya çalışır. Bu tarihten sonra Berlin’de küçük çaplı kundaklamalar ve bombalamalar meydana gelir.

RAF ve Devlete Karşı Savaş
Böyle bir atmosferde kurulan RAF, 1972 Mayıs’ında devlete karşı inanılmaz bir saldırı atağına geçti. İki hafta içinde, ABD üsleri dâhil olmak üzere F.Almanya’nın ayrı ayrı metropollerinde toplam altı bombalı saldırı gerçekleştirdiler. Bütün dünyayı, muhalifler de dâhil olmak üzere şaşkınlığa uğratan bu saldırılar için, Devrimci Hücreler (RZ) ** şöyle demiştir: “RAF’ın 1972 eylemleri, biz dâhil bir dizi insanı sarsmış ve uyandırmıştır. Bu eylemler yeri göğü inletirken devlet aygıtının tümüyle çaresiz kalması ve F. Almanya’da bile gerilla savaşının gerçekleştirilme kapasitesi karşısında sevinçten ağzımız kulaklarımıza varıyordu… Bu bize, çok uzun bir süredir düşünülen o şeyin hayata geçirilmesinin mümkün olduğunu gösterdi.” RAF’ın bu taarruzu karşısında, legal solun büyük bir kısmı sessizliğe gömülür; hatta kınanırlar. Bu durum karşısında RAF üyeleri büyük bir şaşkınlığa uğrarlar; yol arkadaşlarından en azından bir destek beklemektedirler. Çünkü seçtikleri hedefler, eylem biçimleri, içinden geldikleri öğrenci hareketinin radikalleşme evresinde üzerine söylem birliğine vardıkları eylemliliklerdir. 1968’de SDS lideri Rudi Dutschke şunları yazar: “Hâkim kapitalist düzene özgü oyunun kurallarını bozmanın tek yolu, ‘şiddet diktatörlüğü’ olarak sistemin maskesini tamamıyla alaşağı etmektir, fakat bunun için sinir merkezlerine değişik biçimler altında ( tartışmasız barışçıl gösterilerden sabotajlara kadar) saldırmak gerekir. Sistemin bu sinir merkezleri öncelikle parlamento, vergi daireleri, adliyeler, Springer binası gibi komplo merkezleri, Amerikan evi, kukla rejimin sefaretleri, kışlalar, polis karakolları ve benzerleridir… Önümüzdeki ay, Vietnam halkına yönelik soykırım girişimi görülmemiş bir yoğunluk kazanacağa benziyor. Böyle bir manzara karşısında elimiz kolumuz bağlı oturamayız”. Halkın çoğunluğu tarafından lanetlenen RAF radikalleri, eski yoldaşlarının da tecridine maruz kalınca kendilerini devletle ve emperyalizmle giriştikleri bir soyut savaşın içinde buldular. Hapiste 4,5 yıl geçirdikten sonra 1977 yılında tahliye edilen Wolfgang Grundmann şunları söylüyor: “ABD karşıtı Heidelberg ve Frankfurt eylemleri tarihsel bir öneme sahipti. Fakat kitlelerle bağlantı kayışı olmadığı zaman şehir gerillası bir işe yaramıyor, saf askeri aygıta dönüşüyor. Olan budur”. Bu bağlantının kopması, RAF’ı manipülasyona açık bir hale getirmiştir. Örgüt, medyada Baader-Meinhof çetesi olarak anılmaktadır. “RAF” (kızıl ordu fraksiyonu) ismine itibar edilmemektedir. Örgütün ve eylemliliklerinin hiç bir ideolojik bağlama sahip olmadığı sürekli dile getirilmektedir. Medya, Ulrike Meinhof*** örneğinden yola çıkarak anne olan kadınların silahlı bir mücadele içerisinde yer alıyor olmasını, annelik güdüsünün eksik olmasına, dolayısıyla psikolojik bir rahatsızlığa bağlamaktadır. Kişisel ve devrimci irade burada yok sayılmaktadır.


“Ne içindeyim 68’in Ne de büsbütün dışında…”
RAF üyeleri, oldukça farklı bir atmosferde yaşadılar ve radikalleştiler. İdeolojik, politik referansların ve pratiklerin yanı sıra, gündelik hayat da kendi sınır deneyimlerinin peşine düşmüş gibiydi. “Berlin’de o dönemde, öğrenci hareketinin içinden çıkan sol, dünya çapındaki büyük siyasi davalardan sıkılmıştır ve gündelik yaşam alanında mücadele yürütmek, toplumsal ilişkilerin hemen şimdi dönüştürülmesi için çaba sarf etmek arzusundadır. Bu nedenle ev işgalleri, genç suçlulara ve çıraklara yönelik eğitim çalışmaları gibi belirli noktalardan hareketle geliştirilen çeşitli faaliyetler söz konusudur. Yayıncılar, sanatçılar, avukatlar, doktorlar ‘Sosyalist Çalışma Kolektifi’nde bir araya gelmektedir. Ev komünleri, otorite karşıtı kreşler, tüketim kooperatifleri kurulmaktadır. Berlin sistemden kopmanın, yeni yaşama, konuşma ve eyleme tarzlarının denendiği bir laboratuvar haline gelmiştir.” Yani, RAF üyeleri, yeni bir toplumsallığın denendiği bir dalganın içinden geldiler. Bu anlamda 68’li yılların özellikle Almanya’daki yansımasının, günümüzdeki anti-kapitalist hareketin gündelik hayatı küçümsemeyen, aksine politik mücadelelerle bağını kurmaya çalışan, anti-otoriter yaklaşımıyla örtüşen bir niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bulundukları dönem böyle bir toplumsal dönüşüm imkânını barındırırken; kendileri de bizatihi bu dönüşümün özneleri iken neden bu imkânı değerlendirmediler? RAF radikalleri, kendilerinin de bir parçası olabileceği toplumsal bir dönüşüm imkânını dışladılar. Bunu bir gerçeklik olarak ortaya koymalıyız. Bu imkanı, metropol içinde illegaliteyi ve silahlı gerilla mücadelesini tercih ederek reddetmiş oldular. Mücadele anlayışı içerisinde bu iki strateji de kullanılmalıdır, kullanılacaktır. Ancak, bir metropolde, kontrol edilme durumu çok daha sıkı ve güçlü olan bir yerde bu iki stratejiyi tercih ederseniz, manevra yapma olasılığınızı baştan yitirirsiniz. Nitekim RAF’ın birinci dalga radikalleri, 1972 yılının mayıs ayı içerisindeki ilk eylemliliklerinden sonra bir ay içinde yakalandılar. Bu, onlar için sonun başlangıcıydı…

RAF’ın yanılgısı olarak değerlendirilecek bir durum değil bu. RAF, kendi içinde sağlam argümanlarla bunun bir tercih olduğunu belirtmektedir. Ancak, tercih edilen stratejilerin toplumsal düzlemde neleri değiştirdiğini, yaşamda hangi düzensizlikleri, adaletsizlikleri giderdiğini değerlendiremezsek, gerçekleşen eylemliliklerin bir faydasının olup olmadığını analiz edemeyiz. Bu açıdan bakacak olursak, tamamen illegaliteye yaslanan silahlı şehir gerillası mücadelesinin radikal toplumsal dönüşüm açısından bir karşılığının olduğunu düşünmüyorum. Metropoller, silahlı bir mücadele yürütmek için uygun alanlar değil, bu çok açık. Buna karşılık, hem silahlı bir mücadele stratejisi olan hem de dönüşümü amaçlayan toplumsal bir hareket için kırsal alanın hala bir imkâna sahip olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda, örneğin, Zapatist Hareketin**** taşıyıcısı olduğu imkânların ve anlamların tekrar tekrar değerlendirilmesi gerekir. Silahlı bir mücadelenin özneleri olmalarının yanı sıra, toplumsal dönüşüm için sergiledikleri çaba ortada. Hareketin askeri organlarının bile, yeni bir ilişkisellik, yeni bir toplumsallık için verdikleri mücadele, eylemselliklerinin herhangi bir manipülasyona maruz bırakılmasını engelliyor. Çünkü sözlerini, belli bir karşılıklılık gözeterek paylaşıyorlar; dinliyorlar, anlatıyorlar… Mücadelelerinin meşruluk zeminini, insanlara dokunarak yaratabiliyorlar. Bu, hiçbir zaman RAF’ın bir tercihi olmadı. “RAF, hiçbir durumda yeni bir toplum modeli, alternatif bir yaşam projesi önermemiştir; iktidarın ele geçirilmesi için herhangi bir strateji saptamamıştır; çünkü mücadele araçtan çok ‘amaç’tır. Gelecek kuşaklara çoğu kez vaad edilen özgürlüğü ve yeni kimliği sağlayacak olan da mücadeledir”. Aynı zaman diliminde ortaya çıkan gerilla gruplarından oldukça farklı bir yapıya sahip olan RAF, eleştirilebilecek birçok yönüne rağmen ( yapılanmasını güçlendirmeden acele ve kontrolsüz bir şekilde büyük eylemlere girişmesi, vs…), pek anlaşılamasa da bir cazibe merkezi olmuştur. O yıllarda yeraltına geçen, içinde anarşistlerin de olduğu birçok radikal, RAF’la birlikte hareket etmiştir. Hiçbir zaman iktidarı hedeflemeyişi, bir grup, bir sınıf ya da başka bir çokluk adına konuşmayışı, eylemlerini bunlar adına yapmayışı, RAF’ı dönem için olduğu gibi günümüz için de oldukça özgün kılmıştır. Örgüt içinde kadınların fazlalığı ve konumları, hiçbir grupla karşılaştırılamayacak kadar özgürlükçü bir çizgiye sahiptir. Bütün bunlara rağmen, RAF, cevapsız bir soru olarak önümüzde duruyor… Durmaya devam edecek.


“RAF, ikizim; yanlış örgütüm benim.“

Dipnotlar:

*Konkret: 1957 yılında kurulan aylık sol gazete. Ulrike Meinhof, 1959–1968 arasında bu gazetenin başyazarıydı.

** Devrimci Hücreler (RZ): “2 Haziran Hareketi” ve “RAF” ile birlikte Alman öğrenci hareketinden çıkan üç silahlı gerilla örgütünden biridir. 1973 yılında kurulmuştur.

*** Ulrike Meinhof: Evli ve iki çocuk annesidir. Müstakbel RAF üyeleriyle tanışmasının ardından eşini, çocuklarını, mesleğini bir kenara bırakır ve şehir gerillasının oluşumuna katılır.

**** Tuhaf bir karşılaştırma gibi görünebilir. Amacım, örgütlerin ve gerçekleştirilen eylemselliklerin toplumsal dönüşüme katkısını analiz etmeye çalışmak

2 yorum:

  1. RAF tabii ki 68 ürünüdür. Karşılığı o zaman ki hareketliliktir. Silahlı mücadeleyi kentlerde gerçekçi kabul etmesinin en önemli üç nedeni:

    1. Ülkenin coğrafik yapısı kırlardan başlamaya elvermez,
    2. Ülkenin gelişmiş sanayi toplumu olması o alanlarda ses getirmeyi uygun görmektir,
    3. Bu insanlar tarım toplumunda yetişmediler, kırlardan başlayan bir mücadelenin öngörülmesi söz konusu olmaz.

    RAF tarzı ile bir azınlığın kafasında idealize ettiği bir savaş yöntemi tercih etmiştir. Kitlesel bir hareket zaten olmamıştır. Marjinalleşen bazı bireylerin RAF eylemlerinde "oh oldu" türünden egoyu tatminini sağlamıştır o kadar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. amacım kırsal mücadele vermeleri gerektiğini söylemek değildi. tabi ki koşullar bunun için uygun değil. söylemek istediğim daha çok şu: hangi mecrada olursanız olun, ister, kır ister şehir, ister kasaba, eylediğinizin toplumsal karşılığını gözetmeniz lazım. şehirde bir örgütlenme yaparken de bunu gözetmelisiniz, işçilere, emekçilere, yoksul mahallelerine uzak durarak hiçbir dönüşümü kalıcı kılamazsınız.

      Sil