20 Şubat 2011 Pazar

“Bir Hayalim Var Benim” - Haydar Darıcı – Duygu Şendağ

















Qijika Reş Dergisi / Sayı: 2




“Benim bir hayalim var``dedi Martin Luther King 1963’te siyahların haklarini talep etmek icin Washington DC’de toplanan yaklaşık üç yüz bin kişinin önünde yaptığı konuşmada‘’...

Bizim umudumuzdur bu… Bu umutla Güneye gideceğiz. Bu inançla umutsuzluk dağlarını yontarak bir umut anıtı yapacağız. Bu inançla ülkeyi saran ahenksiz sesleri kardeşliğin senfonisine dönüştüreceğiz. Bu inanç sayesinde, bir gün özgür olacağımızı bilerek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek ve hürriyet için hep beraber ayağa kalkacağız.’’ diye devam etti konusma. Siyahlarin bu yuruyusunun ve ozellikle de Martin Luther King’in konusmasinin sivil haklarin Amerikan Devleti’nin ajandasinin birinci sirasina gelmesinde ve onu takiben de hukuksal olarak irk ayrimini sonlandiran 1964 Sivil Haklar Kanunu’nun cikarilmasinda etkili oldugunu soylenir. King 39 yasinda bir motelin balkonunda suikaste kurban gitmis, olumunun ardindan otopsisini yapan doktorlar ayni zamanda bir din adami da olan bu aktivistin kalbinin 60 yasindaki bir insan kalbine denk oldugunu ve King’ in normalden 2,5 kat daha hızli yaslandigini raporlamislardi.
Eski hayallerin hatta henüz kuramadığımız yeni hayallerin eleştiriye tabi tutulduğu bir dönemde yaşıyoruz. Nereden baslayip nasil ve kime gectigi, nerede bittigi iyice muglaklasan iktidar kavramı hayal kurmanin, utopyalara inanmanin, yeni ütopyalar uretmenin ve dermanı ‘devrim’ olan ideolojilerin tek edilmesine neden oldu. Elimizde sadece eskiye dair nostaljiler ve Murat Uyurkulak’in “Devrim bir zamanlar hayaldi ve cok guzeldi” onermesi kaldi. Buyuk anlatilarin bugunu anlatamadigi dusuncesi ve marxismin post yapisalci eleştirisi ile birlikte farkli siyaset bicimleri tahayyul edilmeye baslandi. Dunya tarihindeki devrim diye ifade edilen hareketlerin karsi ciktilari iktidarlari baska sekillerde yeniden uretmis olusu ajandasinda devrim olan ideolojilerin terk edilmesini beraberinde getirdi. Devirmek yerine donusturmek; buyuk hikayerlerle isi olmayan, tekilliklerin parcaliliginda yurumeyecek deyim yerindeyse kayacak, an’in olasiliklarini kovalayip, utopia yerine gunluk yasamin materyalitesinden beslenecek bir muhalefet daha gercekci gelmeye basladi. Muhalefet dilimiz de buna bagli olarak degisti; devrimcinin yerini aktivist aldi. Aktivist aktiviteden geliyordu ve bu yuzden aktivist failligini an’in olasiliklarinda, aktivite denilen gundelik ve tekil eylemlerde arayacakti. Bu baglamda devrim gibi radikal ve utopik bir toplumsal donusumden ziyade yerel, belirli bir mekanin donusturulmesine dayanan ve gundelik hayatin icinden uretilen bir siyasetin daha ozgurlestici oldugu dusunulmeye baslandi.
Siyaset askin degil ickin olacakti cunku oznelerin gundelik pratiklerine dayanacakti. Buyuk anlatilarin bittigi dusuncesi bugun artik herseyin parcali oldugu dusuncesine dayaniyor bir baglamda. Kapitalizmin gelisimi, uretim iliskilerinin degisimiyle materyal dunyayi ya da genel olarak hayati daha parcali olarak algiladigimiz dusunuluyor. Eger hayat parcaliysa direnis de parcali olmaliydi. Bu aslinda soyle bir dusunceyi barindiriyor, eskiden uretim ve tuketim iliskileri farkliyken insanlarin bir butunluk algisi vardi. Ama aslinda senin dunyayi ya da hayati nasil algiladigin senin o dunyada nasil bir yer kaplandiginla ilgili, senin neye ulasabildigin, neyin sana ulasabildigi ile ilgili. Bu yuzden esitsiz ve adaletsiz bir toplumda bazilari her zaman parcali olarak algilacaklardi hayati.

Her devrim başımıza başka iktidarlar musallat etmişti. Deviren ve devrilen arasında sadece bir nüans farkı vardı çünkü deviren söylemlerini ve ajandalarını devrilenden devralmıştı.

Hayallerin evrildigi ve politikada karsilik buldugu noktada hayal kurmak gelmiyordu artik icten. Direnis konusu uzerine kafa yoran bircok sosyal bilimci, yazar-cizer, disarisi olmayan bir yapida nasil bir direnis teorisi kurulabilecegi uzerine tartisirken yukarida da bahsedilen nedenlerden dolayi devrim ve onun beraberinde getirdigi utopia fikrini bir kenara attilar. Disarisi diye bir seyin olmadigina karar verip devrim utopyasi olan tum ideolojilerin bir disarisi hayaliyle, devrimi yapacak temiz kalmis, ya da uzerine sicramis camurdan kendini temizlemeye muktedir bir devrim oznesi varsayiminin elestirisini yapmaya basladik. Peki siyaseti gundelik birsey olarak dusunmek onu gercekten gundeliklestiriyor mu? Devrim ve utopia fikirlerinden vazgecerken siraladigimiz hakli elestirilerin hepsi, gundelik yasam uzerinden yurutulmesi hayal edilen direnis ajandalarimiz icin de gecerli degil mi? Gundelik hayat icerisinde gun gun hafta hafta dokuyarak donusturme hayalleri kurdugumuz ya da an’in gebe oldugu olasiliklarla yerini altust etmeyi hayal ettigimiz iktidarin, donusturulmeden onceki haline yeglenecek bir hal, durum, denge ya da dengesizlik olusturabileceginin garantisi nerededir? Ya da bu gundelik yasam icerisinde anlik olarak yerini altust edecegimiz iktidarin, devirerek basimiza ‘musallat’ edecegimizi dusundugumuz devrim iktidarlarina yeglenir olabilecegi inancinin kaynagi nedir disarisi cizilemeyen, iktidarin her tarafini gorunur gorunmez, dokunulur dokunulmaz aglarla ordugu varsayilan surekli bozulup surekli kurulan bir yapida? Iktidarin yerini altust eden bir haleti ruhiye, hareket ya da muhalefetse aradigimiz, basladigi ya da vaat ettigi hayalleri gerceklestiremedigi icin sosyal bilimlerde miyadini doldurduguna inanilan devrim nosyonunun bu tur bir enerji yaratmadigini kim soyleyebilir? Devrimlerin ve utopyalarin sonradan evrildikleri tahakkumcu iktidarlarin devrim ve utopya nosyonlarinin icerigini bu denli belirliyor olmasi devrimlerin yapilmasindan sonra olusan o baska turlu bir sey’e evrilme potansiyeli tasiyan bosluk anlarina haksizlik degil midir? Tek tarafli, tam da iktidar merkezli, yani yapilan devrimleri kendi ajandalarina evriltmeyi becermis muktedirlerin gozunden ve onlarin lehine bir tarih okumasi ve yazmasi degil midir devrimlerin devirmeyi planladigi iktidarin yerini ancak ve ancak hatta son kertede baska turlu onaylayabilecegi iddiasi? Bize daha gercekci ve etik gelen gundelik hayati merkezine koyan siyaset algisi nasil bir toplumsal muhalefet uretiyor? Siyaseti utopyadan cikarmanin toplumsal muhalefete ne gibi bir katkisi oluyor?

Son olarak siyaset bizce ütopik bir alan yaratmadığı sürece insanlari motive edemez. Bu yüzden siyaseti gündelik olarak düşünmek tam tersine onu gündelikten koparıyor çünkü daha da marjinelleştiriyor. Yaşadığımız hayatın çıkışsızlığı içinde belki tutunmamızı sağlayacak şey farklı bir tahayyül olusturmak. Bu tahayyul icinde bizi kısıtladığını düşündüğümüz tüm normlarin değiştiğini ya da yok olduğunu düşünürüz. Bizi motive eden de bu ütopik alandır. Gündelik hayatlarımızda devrim yapabileceğimiz, şimdimizi geri alabileceğimiz, bağlamı olmayan, bağlam arayışı da olmayan yeni ütopyalar gerek bize. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder