12 Haziran 2011 Pazar

‘Öcalan Anarşizmi’ne Anarşik Bir İtiraz - Sami Görendağ



Qijika Reş Dergisi / Sayı:3

Aram Yayınları’ndan çıkan Abdullah Öcalan imzalı “Özgürlük Sosyolojisi” adlı kitap, verimli bir tartışma konusu olabilecek, üzerine uzun bir değerlendirmeyi gerekli kılan bir kitap olmasına karşın biz şimdilik kitaptan bir bölüm olan“Anarşizmi Yeniden Değerlendirmek” yazısına odaklanacağız. Söz konusu yazı Anarşist düşünce geleneğinin kimi tarihi öngörülerinin, kapitalizm, modernizm ve otoriteye yönelik eleştirilerinin tarih tarafından doğrulanan hakkını teslim etmekle birlikte “Önder” bakışının tahrif ve yanılgılarından Anarşizm’de nasibini almaktan kurtulamamış. Tarihin sağlamasını yaptığı anarşist eleştirileri Öcalan maddeler halinde sıralayarak şöyle sahiplenmektedir:

  1. Kapitalist sistemi en soldan eleştirmektedirler. Ahlaki ve politik toplumu dağıttığını daha iyi kavrıyorlar. Marksistler gibi ileri rol atfetmiyorlar. Dağıttığı toplumlara yaklaşımları daha olumludur. Gerici ve çürümeye mahkûm görmüyorlar. Ayakta kalmalarını daha ahlaki ve politik buluyorlar.
  1. İktidar ve devlet yaklaşımları Marksistlere göre daha kapsamlı ve gerçekçidir. İktidarın mutlak kötülük olduğunu söyleyen Bakunin’dir. Fakat her pahasına olursa olsun iktidar ve devletin hemen kaldırılmasını talep etmeleri ütopik olup, pratikte fazla gerçekleşme sansı olmayan yaklaşımlardır. Devlet ve iktidara dayalı sosyalizmin inşa edilemeyeceğini, belki de daha tehlikeli bürokratik bir kapitalizmle sonuçlanacağını öngörebilmişlerdir.
  1. Merkezi ulus-devlet inşasının tüm işçi sınıfı ve halk hareketleri için bir felaket olacağını ve umutlarına büyük darbe indireceğini öngörmeleri gerçekçidir. Almanya ve İtalya’nın birliği konusunda Marksistlerle giriştikleri eleştirilerde de haklı çıkmışlardır. Tarihin ulus-devlet lehinde gelişim göstermesinin eşitlik ve özgürlük ütopyaları için büyük kayıp anlamına geldiğini söylemeleri ve Marksistlerin ulus-devletten yana tavır almalarını şiddetle eleştirip ihanetle suçlamaları belirtilmesi gereken önemli hususlardır. Kendileri konfederalizmi savunmuştur.
  1. Bürokratizme, endüstriyalizme, kentleşmeye yönelik görüş ve eleştirileri de önemli oranda doğrulanmıştır. Erkenden anti-faşist ve ekolojik tavır geliştirmelerinde bu görüş ve eleştirilerin önemli payı bulunmaktadır.
  1. Reel sosyalizme yönelttikleri eleştiriler de sistemin çözülmesiyle doğrulanmıştır. Kurulanın sosyalizm değil, bürokratik devlet kapitalizmi olduğunu en iyi teşhis eden kesimdir.[1]
Sıraladığı maddeler bir siyasal hakikatin gecikmiş onaylaması olsa bile, siyasal kitlelerin ağzından çıkan sözlere baktığı bir lider tarafından söylenmiş olması kendi içinde anlamlı, bu topraklarda alışkın olmadığımız ve farklı politik karşılıklar yaratma potansiyeli olan değerlendirmeler olması itibariyle önemsenmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Ancak yazının ilerleyen bölümlerinde Öcalan, modern siyaset mantığını aştığını iddia etmesine rağmen Anarşizmi, modern egemenlik paradigmasının sınırlarını çizdiği çerçevede ele almakta, özgür öznelerin birlikteliğinden doğan anarşist mücadele geleneğini, modern iktidar siyasetlerinin kurguladığı; kitle, halk, taban gibi nicelikleştirilen ve edilgenleştirilen politik kategoriler ve özneler üzerinden okumakta ve anarşizmin tarihsel yenilgisini özetle anarşist öncülerin sınıfsal karakterine, alternatif bir toplumsal proje ortaya koyamamış olmalarına ve Avrupa-merkezli bakış açılarına bağlamaktadır. Öcalan’ın iddialı eleştirilerine kulak verecek olursak:

Geldikleri sosyal yapıların hareket üzerinde etkileri belirgindir. Kapitalizmin iktidardan düşürdüğü aristokrat kesimlerle eskiye göre göreceli olarak durumlarını daha da kötüleştirdiği şehir zanaatkârlarının sınıfsal tepkileri bu gerçeği yansıtır. Bireysel kalmaları, güçlü taban bulamamaları, karşıt sistem geliştirememeleri sosyal yapılarıyla yakından bağlantılıdır. Kapitalizmin ne yaptığını iyi biliyorlar, fakat neyi yapmaları gerektiğini iyi bilmiyorlar. Görüşlerini kısaca toparlarsak; oldukça önemli ve doğrulanmış bu görüş ve eleştirilerine rağmen, anarşist hareketin reel sosyalizme göre kitleselleşip pratik uygulama şansı bulamaması düşündürücüdür… Uygarlık çözümlemelerinin eksikliği ve uygulanabilir bir sistem geliştirememeleri bunda önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca kendileri de pozitivist felsefenin etkisini taşımaktadır. Avrupa merkezli sosyal bilimin pek dışına çıktıkları söylenemez. En önemli eksiklikleri, bence demokratik siyaset ve modernite konusunda sistematik düşünce ve yapılanma içine girememeleridir. Görüş ve eleştirilerinin doğruluğuna ilişkin gösterdikleri titiz çabayı sistemleştirme ve uygulama konusunda sergileyememişlerdir. Belki de sınıfsal konumları buna engeldir. Diğer önemli bir engel, teorik görüşlerinde ve pratik yaşamlarında her türlü otoriteye duydukları tepkidir. İktidar ve devletin otoritesine duydukları haklı tepkiyi tüm otorite ve düzen biçimlenişine yansıtmaları, demokratik moderniteyi teorik ve pratik olarak gündemleştirmelerini etkilemiştir. En önemli özeleştiri konusunun demokratik otoritenin meşruiyetini ve demokratik modernitenin gerekliliğini görememeleri olduğu kanısındayım. Ayrıca ulus-devlet yerine demokratik ulus seçeneğini geliştiremeyişleri de önemli bir eksiklik ve özeleştiri konusudur”.[2]

Anarşist mücadele gelenekleri, farklı sınıf ve katmanlardan gelen karizmatik siyasal figürlerin ve bağımsız öznelerin anti-otoriter bir komünizmi gerçekleştirme ufkuna yaslanarak var olmuştur. Anarşizm, Marksizm gibi sınıf indirgemeciliğine saplanmadığı gibi, kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin acımasız sömürüsüne maruz kalan yoksul köylülere de Marx gibi burun kıvırmamış ve kapitalizmin dışına süpürdüğü lümpen proleterya gibi tüm “sınıf olmayan” sınıflara da bağrını açmıştır. Anarko-sendikalizm geleneği mülksüz işçilerin özörgütlenmesini yaratmaya özel bir yatırım yapmışsa da,  kapitalizmin çalışma disiplini içinde gittikçe atomize olan ve ehlileşen sanayi proleteryası, hiçbir zaman tek başına geleceğin toplumunu yaratacak “Modern Mesih” olarak görülmemiştir. Sanayi proleteryasının sosyal devlet politikalarıyla birlikte gittikçe sisteme entegre olan bir sınıf haline gelmesi ve günümüzde anti-kapitalist direnişin önemli oranda bu sınıfın dışındaki sınıf ve kimliklere dayanıyor olması, anarşizmin tarihsel sınıf politikasını doğrular niteliktedir. Ayrıca en alt sınıflara dayanan sosyalist hareketlerin öncülerinin iktidar tapınağının kanlı sunaklarına adım atar atmaz nasılda işçileri yeniden üretim köleleri haline getirdiklerini ve mülksüzleştirildiklerini bilen Öcalan’ın, sorunu otoritenin soğuk sularında araması yerine Ortodoks Marksizm’in sınıfsal karakter analizlerinde araması yanlış bir şifa arayışıdır. Bu analiz alışkanlığı sanırım “Kürdistanda Kişilik Sorunu” adlı total değerlendirme alışkanlıklarından kalmış olsa gerek. Anarşizmin teorik öncüleri, aydınlanmanın ilericilik mitine iman etmedikleri gibi modernizm öncesi toplumların eşitlik ve özgürlük deneyimlerini de önemli bir miras olarak görmüşlerdir. Anarşist Makhno’nun, Troçki’nin Kızıl Ordusu’na yenik düşene kadar, Ukrayna’da hayata geçirdiği özgür köy komünleri, Anarşist özgürlük felsefesinin modern proleteryayı beklemediğinin tarihi bir kanıtıdır. Bakunin gibi kimi anarşistlerin aydınlanma çağının ruhundan etkilendiği doğru olmakla birlikte, anarşistler genel olarak lineer tarih anlayışına kapılmamış, modern kapitalizmi ileri bir tarihsel uğrak olarak selamlamadıkları gibi aksine Proudhon, Kropotkin, Tolstoy gibi anarşistler kapitalizmin yayılmasını ve endüstri öncesi köylülük ve zanaatçılığın proleterleşmesini bir hastalık olarak görerek romantik devrimci eleştirilerini esirgememişlerdir.

John Zerzan, Fredy Perlman, Theodore Kaczynski gibi uygarlık karşıtı anarşistlerin etkili uygarlık analizleri devasa bir literatür yaratmışken anarşistlerin bir uygarlık çözümlemesi olmadığını iddia etmek bu alana ilişkin literatürü hiç bilmemek anlamına gelmektedir. Tarım toplumuyla başlayan tahakküm tarihini ve bu tarihin üzerinde biçimlendiği toplumsal düzenin temellerini bir daha kurulamayacak şekilde yıkmayı öngören bu radikallerin öğretileri, günümüzde hala birçok ekolojik ve anarşist hareketin kalkış noktasını oluşturmaktadır. Öcalan, “demokratik otorite” kavramıyla ne kastettiğini tam olarak açıklamasa da, “Liderimizi” yıllardır tanıyor olmanın bize kazandırdığı özel sezgiler sayesinde Öcalan’ın bu argümanla kendi varlığını ve dokunulmaz konumunu bize onaylatma ihtimalini güçlendirmektedir. Anarşistler için demokratik veya anti-demokratik otorite ayrımları yoktur. Anarşizmin bütün akımlarının vazgeçilmez ortak ilkesi her türlü otoriteyi red etmesidir. Bu konuda Sevgili Başkan için yapabileceğimiz bir politik torpilimiz veya kayırma limitimiz maalesef yoktur.

Öcalan’ın, “Anarşistler görüş ve eleştirilerinin doğruluğuna ilişkin gösterdikleri titiz çabayı sistemleştirme ve uygulama konusunda sergileyememişlerdir” eleştirisine gelecek olursak, modern dünyada anarşist bir topluluk oluşturma yönünde gösterilen çabalar hiç eksik olmamıştır. Anarşizmin modern tarihinde, küçük ölçekli komünal deneyimler, eğitim ve ekonomi alanında yaratılan kolektifler, bölgesel federasyonlar gibi önemli deneyim örnekleri yaşanmıştır. Bölgesel ya da ulusal ölçekte anarşiyi kurma çabalarının iki örneği mevcuttur. Biri, Rus devrimi sırasında Ukrayna’da diğeri 1936-1939 yılları arasında İç Savaş sırasında İspanya’da yaşanmıştır. Makhno ve yoldaşlarının kırsal bölgelerdeki toprakları ve büyük çiftlikleri kamulaştırarak oluşturdukları köy komünleri, Bolşeviklerin “kızıl terörüne” uğrayana kadar varlığını korumuştur. Bu komünlerde anarşist özyönetim hâkimdi. Pazarları tatil günüydü, fakat üyeler iş arkadaşlarına baştan bildirmek şartıyla başka zamanlarda da komünden ayrılabiliyorlardı. 100-300 arası üyeden oluşan komünün tüm idaresi bütün üyelerin katıldığı düzenli toplantılarla sağlanıyordu. Köylüler aynı zamanda ürünlerini takas edebiliyorlardı. Komünal mutfaklar ve yemek salonları vardı ve insanlar işlere isteyerek talip oluyorlardı. Kültür, eğitim ve sanatsal faaliyetler her komünde özgür katılımlarla yapılmaktaydı. Bu yüzyıl içinde anarşist bir toplum kurma çabalarından bir ikincisi, 1936 yılından başlayarak İspanya’da gerçekleşmiştir. 1939’a kadar süren dönem boyunca sosyal ve ekonomik yaşamda köklü değişiklikler yaşanmış, anarşistler tarafından bir dizi yeni sosyal kurum inşa edilmiştir. İspanyol hareketi esas olarak Bakuninciydi, zira toplumun yerel federasyonlar şeklinde birleşeceği ve daha geniş federasyonlar oluşturacağı bölgesel kolektifler halinde örgütlenmeyi öngörüyordu. Kurulan bölgesel veya kent komünlerinde, karar alma sürecine tam eşit katılımın sağlanması dikkate alınmış, herkes çalışacağı işi özgürce seçmiş, eğitim ve sağlık hizmetlerinin, ilacın parasız olduğu, komünler arası takas sisteminin işlediği yüzyılın en radikal ve en büyük ölçekli deneyimi hayat bulmuştur. Ayrıca yine ABD ve İngiltere de anarşist toplukların çiftlikler, kooperatifler ve kent kolonilerinde toplum denizi içinde eşit ve özgür ütopya adaları inşa etmek şeklinde anarşizm varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Mesele tarihe ve iktidara yenilmiş olmak ise, bu yüz yıl içinde iktidarın tırpanına uğramamış, yenilgiyle sonuçlanmamış bir özgürlük deneyimi veya ütopyası kaldı mı Sayın Öcalan? İktidarın kirletmediği bir devrim var mı acaba?

Şu netameli Ulus mevzusunda da, Anarşistler başından itibaren “Ulus” gibi bütün toplumsal farklılıkları öğüten bütüncül kimliklere haklı olarak kuşkuyla yaklaşmışlardır. Modern devletin yarattığı ve tüm toplumsal eşitsizliklerin ve haksızlıkların üstünü örten bir kimliğin neleri görünmez kıldığını veya ertelediğini göstermek zorundaydılar. Ulusların boğazlaşması olan dünya savaşlarına, ulus adına gerçekleşen iç katliamlara, ulusu yüceltmek adına ortaya çıkmış faşist diktatörlüklere tanık olmuş bir özgürlük geleneğinin Ulus’tan yana zar atması elbette beklenemezdi. Devletin sınırlarını belirlediği vatan ve ulus kavramları o tarihlerde anarşistler için “alçakların son sığınağı” olarak görünmekteydi. Ancak bu anarşistlerin sömürgelerdeki baskılara karşı yürütülen ulusal kurtuluş direnişlerine, halk isyanlarına kayıtsız kaldıkları anlamına gelmemektedir. Valizine anarşist klasikleri doldurarak Filipinler’deki anti-sömürgeci mücadeleye koşan Malatesta’nın varlığı, Filipinlerde ve Küba’da sömürgecilik karşıtı Anarko-sendikalist hareket (hatta Anarko-sendikalizm Latin Amerika’da İkinci Dünya Savaşının başına kadar anti-sömürgeci hareketlerin mücadele bayrağıydı) bunun somut örnekleridir. Öcalan, her şeye rağmen Anarşizmin bir geleceğinin olması konusunda iyimser bakışını korumakta ve anarşistlerin dikkate alınması gereken bir siyasal müttefik olduğunun altını çizmektedir.

“Günümüzde reel sosyalizmin çözülüşü, ekolojik ve feminist hareketlerin gelişmesi, sivil toplumculuğun genel bir kabarma sergilemesi şüphesiz anarşistler üzerinde olumlu etki bırakmıştır. Fakat haklı çıktıklarını tekrarlamaları fazla anlam ifade etmiyor. Yanıtlamaları gereken soru, neden iddialı bir sistem eylemliliğini inşasını geliştiremedikleridir. Bu da akla teori ile yaşamları arasındaki derin uçurumu getirmektedir. Çokça eleştirdikleri modern yaşamı acaba kendileri aşabilmişler midir? Daha doğrusu, bu konuda ne kadar tutarlıdırlar? Avrupa merkezli yaşam tarzını bırakıp, gerçek bir küresel demokratik modernliğe adım atabilecekler mi? Önemli olan tarihte büyük fedakârlıklar göstermiş olan, önemli düşünürleri bağrında taşıyan, görüş ve eleştirileriyle entelektüel camiada önemli yer tutan bu hareketin ve mirasının tutarlı, gelişebilir bir sistem karşıtı sistem içinde toparlanabilmesidir. Anarşistlerin reel sosyalistlere göre daha rahat bir özeleştiri ile güncel pratiğe yönelmeleri beklenebilir. Ekonomik, sosyal, siyasal, entelektüel ve etik mücadelelerinde hak ettikleri yeri almaları önemini korumaktadır. Ortadoğu zemininde hızlanan uygarlık ve kültür boyutları da öne çıkmış bulunan mücadelelerde anarşistlerin hem kendilerini yenilemeleri, hem de güçlü katkılarda bulunmaları mümkündür. Demokratik modernite sisteminin yeniden inşa çalışmalarında ittifak geliştirilmesi gereken önemli güçlerden birisidir”.[3]

Anarşizmin günümüzde anti-kapitalist küreselleşme hareketi içinde önemli bir mücadele öznesi olduğunu ve belli kimlik hareketleriyle daha güçlü bağlar kurduğunu söylemek mümkün ancak bu Öcalan’ın vurguladığı liberal sivil toplumculuğun kabarmasıyla bir alakası yoktur. Marksist Solun yaşadığı teorik ve pratik krizler, değişen kapitalizm koşullarına cevap verecek bir toplumsal örgütlenme modelinden uzak olması ve sicili bozuk tarihi, aktivistlerin anarşizme yönelmesinde önemli etkenlerdir. Anarşistlerle ittifak geliştirmeyi düşünen Öcalan’ın Anarşistler tarafından da yoldaş olarak görülmesi ve ittifak geliştirilmesi için öncelikle Öcalan’ın yapıştığı liderlik konumundan ve topluma her konuda akıl veren rolünden vazgeçmesi gerekmektedir. Herkesin eşit olduğu, liderlerin ve hiyerarşik parti örgütlenmelerinin olmadığı bir mücadele dalgası içinde ‘Kürdistan Anarşist Devrimi’ne giden yolda Öcalan’la birlikte aynı saflarda olmak ve mücadele deneyimlerinden şüphesiz yararlanmak isteriz.   



[1] Abdullah Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi,  syf: 308, 309, Aram Yayınları
[2] A.g.e. s. 309
[3] A.g.e s. 400

2 yorum:

  1. yaşam da var olamak,düşündüğünü yaşamak önemli bir husus...öcalanla kürt anarşistleri arasındaki temel fark ...

    YanıtlaSil
  2. Sayın blog yöneticisi paylaşımlarınızı çok başarılı ve profesyonel buluyoruz. Ambulans uçak firması olarak paylaşımlarınızın devamını bekleriz.

    YanıtlaSil