13 Haziran 2011 Pazartesi

KOMÜNİTE’YE DAİR: Gustav Landauer’in Komüniter Anarşizmi - Larry Gambone


Qijika Reş Dergisi / Sayı:3


Çeviren: Alişan Şahin


Biyografi

Gustav Landauer 7 Nisan 1870’de burjuva bir ailenin çocuğu olarak Karlsruhe’de Almanya’da doğmuştur. Oldukça erken yaşlarda ailesi ve öğretmenleriyle çatışkılar yaşamış olmasına rağmen akademik olarak sivrilmişti. Yine de, edebiyat, felsefe ve tıp okuduktan sonra okuldan ayrılmıştı. Berline geçti ve kısa bir süre Johann Most’un himayesinde orada kaldı.( daha sonra tam karşıt yönelimli Tolstoycu Anarşist Benedict Friedlander’in büyük oranda etkisi altında kalacaktır). 1893 ve 1899’da ismi THE SOCIALIST olmasına rağmen anarşist bir dergiyi yayına hazırladı. 1893, 1896 ve 1899’da her seferinde göstermiş olduğu sivil itaatsizlik nedeniyle cezaevi onun evi olmuştu.1893’te Uluslararası Sosyal Demokratlar Kongresine katıldığında August Bebel tarafından Polis ajanı suçlamasıyla karşılaşmıştı. 1896 Londra’daki Enternasyonal kongresine girme teşebbüsü sınırlı kaldı.(Kongre hakkında bilgi için ek’e bakınız). Bu dönemde Kropotkin’in etkisi altında idi fakat 1900’den sonra gerçekten yapıcı toplumsal dönüşüm olarak kooperatif girişimlerinin yayılmasını ve şiddet yerine pasif direnişi savunan Proudhon ve TolstoyA daha yakın bir konum almıştır.[1]
1990’da Martin Buber ve Erich Muhsam ile karşılaşıp arkadaş olduğu Neue Gemeinschaftisimli edebiyat grubuna katıldı. İki yıl sonra evlendi ve bir yıllığına Peter Kropotkin’le komşu olarak yaşadığı Londra’ya taşındı. Max Nettlau ve romancı Constantin Brunner ile de arkadaştı. Aşağı yukarı aynı zamanlarda Meister Eckhart’ın çalışmalarını edit etmekteydi ki Spinoza kadar onun düşünceleri üzerinde etkisi olmuştur. Landauer sol’un kısırlığı ve dogmatizminden giderek hayal kırıklığına uğramış ve daha da fazla komuniteryanizme kaymıştır. Sosyalist Federasyon 1908’de komunitilerin gelişmesini teşvik ederek faaliyete başlamış ve bir yıl sonra SOSYALİST dergisi faaliyetine yeniden başlamıştır. Landauer 1911’de en bilinen çalışması olan Sosyalizm’e Dair’i yazmıştır. Sosyalist Federasyon Almanya ve İsviçre’de, yirmi yerel örgütlenmede 800’ün üzerinde insanla toplantılarla örgütlenmiştir. Landauer’in Anarşist muarızları sınıf savaşında militanları çekerek hareketi zayıflattığından dolayı onu suçlamışlardı. Fakat kooperatifler, özgür okullar ve komüniteler yaratma teşebbüsü savaştan dolayı kısa sürdü. Sosyalist dergisi 1915’in başlarında yayınına bilinen nedenlerden dolayı araverdi.
Aktif Savaş karşıtı mücadelesini sürdürürken, edebiyat. Oyun yazmak ve Shakespeare. Holderlin. Goethe ve Strindberg üzerine çalışmalara da yoğunlaşmıştı.( PC ve onun “Ölü Avrupalı Beyaz Erkekleri”nin kötü niyetliliğinden çok önce yaşamış olmaktan şanslıydı). 1918’in sonlarında Alman Devrimi başladığında devrimci hareketi yöneten Kurt Eisner ile Bavyera’da idi. Fakat Eisner’e karşı eleştireldi. Sadece Sosyal Demokrasinin Solcu versiyonunu değil, İşçi Konseyleri Cumhuriyeti istemekte idi. Devlet ve kapitalizmin yıkılması için yalnızca İşçi Konseyleri bir umut vaadetmekteydi.
Landauer Baviera işçi konseyine katıldı ve işçiler arasında çok fazla desteği vardı.işçi konseyi cumhuriyeti için 80,000 kişinin katıldığı gösteriyi yönetti. Konsey Münih’i ele geçirdiğinde landauer enformasyondan sorumlu oldu. İşçi Cumhuriyeti kısa ömürlü oldu. Sağcı saldırganlar Komünistlere yol vererek konseyi ele geçirilmesini sağladılar. Landauer görevinden alındı. Komünist cumhuriyet kısa zamanda proto-Nazi paramiliterlerce ezildi. Landauer tutuklandı ve Stadelheim cezaevine kondu. Arkadaşı Ernst Toller şöyle anlatıyor onun son anlarını: “ onu cezaevinin meydanına sürükleyerek getirdiler. Bir görevli onun yüzüne vurdu. Adam bağırıyordu; “Pis Bolşevik. Bitireceğim seni!” tüfeklerin dipçiklerinden bir yağmur boşaldı üzerine. Ölünceye kadar ayaklarının altlarında çiğnediler.[2] Son sözleri, hadi devam edin! Öldürün beni! Adam olun!  du. Onun ölümünden en başta Cunker aristokratları sorumludur ve Baş Baron von Gagern asla yargılanmadı.


Bir Anarşist Olarak Landauer

O Proudhon’un izinde giden biri olarak görülebilir. Anarşizmin babası gibi soyutlamaya* ve şiddete karşı, yerelliğe vurgu yapan, yaratıcı güç ve karşılıklı yardımlaşmaya önem veren biri idi. Proudhon gibi onun bireyciliği sosyal bireycilikti. Ya da Erıch Muhsam’ın anlattığı gibi, ... anarşi, Gustav Landauer’in karakterize ettiği gönüllü sözleşme üzerine kurulmuş toplumsal düzen’in esasıdır[3]. Bu bakış açısı bir diğer hayranı Eberhard Arnold’da şöyle yankı bulur. Anarşi özgür iradeyele bir araya gelenlerin birlikteliği temelinde, yapısal olarak dogal bir düzen olarak anlaşılmalıdır[4]. Sage of Besancon çok daha fazla şeyler söyleyebilirdi. Onun  üzerinde diğer etkili şahsiyetler şöyle sıralanabilir.[5]: tolstoycu Benedikt Friedlander, Etienne LaBoetie ve Kropotkin. Neitzsche, Goethe, Spinoza ve Meister Eckhart da önemlidir[6]. Landauer’in dünya görüşü proudhon’cu Anarşizmin temelleri üzerine bahsedilen düşünürlerin düşüncelerinin sentezi olarak görünebilir.


Devlet

Aşağıdaki alıntı Landauer’in en azından Anarşistler arasında belkide en fazla bilinenidir: “Devlet, insanlar arasında bir çeşit ilişki biçimi, bir davranış modu, bir durumdur. Uyumlu Başka ilişkiler kurma ve biribirlerlerine başka türlü davranmak yoluyla onu yıkacağız. Gerçek bir komünite formunda bir kurum yaratıncaya kadar devletiz ve devlet olmaya devem edeceğiz.”[7]
Devleti Üstümüzde bir objeye dönmesiyle cisimleştirmemesine ve politikacının şamaroğlanına dönmesine nasıl itiraz ettiğine dikkat, Devlet biziz... fakat tüm bu gerçeklere rağmen, derinlerde, asla Devleti hakikaten benimsemeyiz. Bize empoze edilir, en azından, bu çağdaş dünyada kendimiz tarafından. Komünite ve Devlet iki farkli oluştur. Devlet asla bir bireyin içinde kurulmaz... gönüllü asla olmaz... bir zamanlar komüniteler vardı... bugün güç, yasa maddesi, ve devlet var[8]. O olağan anarşist devlet kavramından daha da ileri gider. Landauer, Kropotkin’i takip edeip onu aşarak asıl olarak devletin doğasının doğrudan içine nüfuz eder. Devlet Kropotkin’in düşündüğü gibi devrimle yıkılabilecek bir kurum değildir.[9]
Devlet yoluyla Özgür dayanışma ve onun özbilincinin (komünite) sonucu “toplumsal ölüm”dür[10]. Bu dayanışma ve gönüllülüğün kaybı, komunitenin tahrip edilmesi ile ortadadır – hepside devletci sistemler ve hukukla yerleştirilmiştir.
Martin Buber, Landauer’in kavramlarını kullanarak, Devlet’in bir toplum üstünde zorbalıkla nasıl “belirleyici” olduğunu açıklar. Verili zamanda ve yerde beraber yaşayan insanlar sadece kendi özgür iradesiyle bir dereceye kadar doğru şekilde yaşamayı becerebilirler;... gönüllü bir adil düzen için ehliyetsiz bir seviye meşru baskının derecesini belirler. Yine de Devletin fiili uzantısı bu çeşit Devleti öyle ya da böyle – çoğunlukla çok çok - aşar ki bu Devlet meşru baskının seviyesinden ortaya çıkar. İlke Devleti ve Durum (gerçeklik) Devleti arasındaki daimi olan bu farklılık ( sonuç olarak benim “aşırı Devlet” dediğim) zorunluluklar haricinde gücün üzerinde yeterince gayretli baskıyla çaba sarf edip başarısız kılmak koşuluyla Gönüllü düzenin yükselen kapasitesinin intibakına direnç gösterir.”; Landauer “ ruhlarımızda ölmüş bazı şeylerin yasayan güçleriyle vücutlarımız üzerinde yaptıkları denemeleri görüyoruz” der[11].
Landauer ve Buber’e göre Devlet iktidarının üstesinden gelmenin sadece bir yolu vardır. (aşağıdaki paragraf Buber’e aittir) komünütelerin birliği, değişik komünitelerde aileler ve kişilerin birliği gerçek organik bir yapının büyümesinden başka bir şey degildir ki devletin yerini alarak onu “yıkar”...  yetersiz birlik ya da yaterli yaşamsal comünal ruh Devletin yerine Komüniteyi koymaz – kendi kendisine devlete katlanır ve bir şeyle sonuçlanmaz fakat Devlet yani güç-politikaları ve yayılmacılık bürokrasi tarafından desteklenir[12].


Şiddet ve Toplumsal Dönüşüm

Yukarıdan da gördüğümüz gibi Landauer ne günah keçisi aramaya, şeytanlaştırmalara ne de hayranlık ve nefret yaymaya inanmamaktadır. Gerçek düşman burjuvazi değil fakat insan ruhunun şu an içinde bulunduğu şartlardır. Bu şartlara soyut düşünme, yabancılaşma, materyalizm ve itaatkarlık dahildir. Bunlarsız kapitalizm ve devlet yaşayamazdı.
Daha fazla insan varolsa idi daha fazla bir insan geleceği olabilirdi sözünden beri Vahşi eylemler daha iyi bir dünyanın ortaya çıkmasına neden olamaz[13]. Soyutlama, mekanik düşünme, soğuk kanlı mantık, terorist mantalitenin temelinde yatar ve   duygusallık ve sağduyululuk gibi değildir.Onlar kendikendilerine kavramlarla yaşamaya alışmışlardır, insanlarla değil. Onlara göre iki sabit ayrı sınıf vardır onlar için. Düşman olarak karşı dururlar birbirlerine; insan öldürmezler fakat baskıcıların ve sömürücülerin kavramlarını...[14]  güçten bir insan hiç bir şey bekleyemez, ne yöneten sınıfın gücünden ne de diktatörce talimatlarla, hiç yoktan, sosyalist bir toplumu yönetmeye teşebbüs eden güya devrimcilerden...[15]
Landauer için Tolstoycu şiddetsizlik bu amacı gerçekleştirmek, tüm baskıcı tahakkümü yıkmak için bir yoldur aynı zamanda... köleler güç kullanmayı keserlerse...[16] bizim çözümümüz çok daha (yıkmaktan) iyi bina edilir! Gelecekte yılmaya değecek birşeylerin kalıp kalmadığı daha da net olacaktır.[17] Şiddet karşıtı, ölçülü olma ve yıkmaktan ziyade yapmayı benimsemesine rağmen, Baviera daki işçi konseyi hareketindeki önderliğinde gördüğümüz gibi o bir devrimci idi. Şiddet karşıtlığı ve ölçülü olmanın nasıl yüzeysel olduğu gerçekten de Gustav Landauer’in ( Proudhon’un ki gibi) yaşamı gösterir. Bir şiddet karşıtı olmasına rağmen Martin Buber onun gerçek anlamda bir devrimci olduğunu düşünür.

Çevirisini yaptığı Kahrama demokrasinin şairi Walt Whitman’a dair Landauer Proudhon gibi (ki onun bir çok manevi temayülü olduğunu söyler Landauer) Whitman’ın muhafazakarlık ve devrimci ruhu bütünleştirdiğini – Sosyalizm ve bireyciliği – söyler. Bu Landauer için de söylenebilir. Onun aklında olan şey eninde sonunda devrimci bir muhafazadır: bu seçilmiş devrimci unsurların muhafazaya ve toplumsal varlığın yenilenmesi için sağlamlığına değer. Marksistler tekrar ve tekrar, insanların sömürüldüğü bu dünyadan ve ona karşı merhametsiz savaştan çekilmesinin uygulaması olarak onun Sosyalist koloni önerisini kınadılar... hiçbir sızlanma asla yanlış olmaz...Landauer’in söylediği, düşündüğü,planladığı ve yaptığı herşey devrime büyük bir inançla olgunlaştırılmış ve onun için istenmiştir... fakat onun devrim dediği “özgürlük için uzun süreli mücadele devrimle değil fakat  yenilenme ile kuşatıldığımızda meyve verebilir.” “büyük sosyalist – Proudhon – un tartışılmaz bir şekilde ilan ettiği gibi, gerçi unutulmuştur bugün, toplumsal devrim  politik devrimle hiç te benzerlik arzetmez; canlı gelememesine ve daha sonraya daha iyi bir yaşam kalmamasına rağmen, yine de yeni bir ruh için yeni bir ruh organize etme ve barışçıl bir yapıdan başka bir şey değildir.”[18]


Kapitalizme Alternatif

Landauer’in sosyalizm kavramı ne kesinlikle Marksist, ne de Bakuninci kollektvizmdir. Daha çok Proudhon’cu karşilıklı yardımlaşmacılığa borcu vardır. İş ve evi ile aile komünitesinin ocağı işine başkasının karışmasına izin vermeyen bağımsız bireyin dünyasıdır. Otonom yerel komüniteler, komünitelerin grupları ve bölgeleri vs. vs. hatta küçük miktarda görevleri olan daha geniş kapsamlı gruplar... başlıbaşına sosyalizmdir. Herbiri kendi için çalışan... herbiri değişim ekonomisini ayarlayıp hayata geçiren bu sosyalizmin görevidir.[19]
Landauer’in kapitalizm kavramının Marksist olmaktan çok Proudhonist olduğu vurgulanmalıdır. O ne değişim ekonomisine ne de bireysel mülkiyete karşıdır. Landauer’e göre kapitalizm devletce yaratılıp desteklenen ayrıcalıklılarca değişim ekonomisinin saptırılmasıdır. Dahası kapitalizmin ruhu insan varlığının diğer tüm boyutlarının materyalist bir dışlanması ve bencilliğidir.
Landauer, mevcut olan sosyalist hareketin Devlet ve kapitalizm tarafından sistemin bir parçası olduğuna ve bu uyum sağlayabilirliğinden hareketle uzun erimli sosyalist devrimin ortaya çıkmayacağına inanır. O ortaklaşmacılık ve toplumsallaşmanın kapitalizm içinde otomatik olarak ortaya çıkacağını söyleyen Marx’ın hüsnü kuruntu içinde olduğunu söyler.[20] H. J. Heydorn’a göre, Landauer kapitalist toplumun devlet tarafından temsil edildiğini, değişen koşullara harika şekilde adapte olduğunu, sosyalist topluma götürmekten ziyade, toplumsal yasamanın gelişmesi yoluyla proletaryayı entegre ederek dejenere ettiğini, hakikaten sosyalistleri absorbe edip, ideolojilerini lüzumsuz hale getirdiğini görüyordu.[21]
Kimse kapitalizmi alıp, onu sosyalizme dönüştüremez. Kapitalizmi doğrudan sosyalist değişim ekonomisine dönüştürmek imkansızdır[22]. Absorbe olmamanın ve sosyalizmi kurmanın tek yolu, yerel, gönüllü örgütlenmeler yoluyla Devletin alanının dışında çalışmaktır.[23]
Bu örgütlenmelerin sağlamlığı tüketici olarak işçilerin daha fazlada sahip oldukları –bilinmiyen bir gerçeklik olan - güçlerinden yatar. Bundan ötürü, bu donanıma sahip olmasından tüketici ortaklaşmacılığını daha da fazla tercih eder[24] ve kooperatifleri sosyalizme doğru...[25] ilk aşama olarak görür. Tüketici-üretici birliklerinin hatırısayılır miktarda parasal sermayeüzerinde kontrol sağlaması durumunda,  o bir kredi birliğine ihtiyacı da hisseder[26]Hiçbir şey tüketiciler birliğini bina, fabrika, ev, atölye ve gerekli toprakdan ortak kredi yardımı ile kendikendileri için çalışmaktan alıkoyamaz. Keşke bir isteyip ve başlasalar.[27]
Gönüllü ekonomik birliklerin yanında yen, komünitelerin yaratılması gelir. Sosyalist kültürün temel formu bağımsız ekonomiler ve değişim sistemleri ile komünitelerin birliğidir. Toplum toplumların bir toplumudur[28]. Bu sosyalist komüniteler kapitalist ilişkilerle mümkün olduğu kadar ilişkilerini koparmış olmalıdırlar[29]. O kesinlikle bunun olmasına izin veren ekonomik birliklerdir.
Komünitenin gelişmesi kapitalizmin lağvedilmesinin anahtarıdır. O, Kitlelerin topraksız olmalarından dolayı toplumların kapitalist olduğuna inanıyordu[30]. Bu - ki Thomas Jefferson, Thomas Spence and the Agrarianlarınkiyle benzerdir – topraksız insanların ev ve yiyecek için kapitalizme bağımlı olduklarını söyleyen bakış açısıdır. Toprak sahibi kitleler herhalukarda kendi yşyeceğini kendisi üretir ve kira vermez. Bundan dolayı da gerçekten de bağımsızlığa sahiptir. Birileri için çalışmak zorunda kalsalar bile, bu işverenin şartlarından ziyade daha çok kendi şartlarında olacaktır. Bundan hareketle işçi ve işveren arasındaki sözleşmenin gücü eşitlenmiş olur. Diğer taraftan topraksız işçi kira ödemek ve açlıkla karşıkarşıya kalmak durumundadır. Muhtemel işvereniyle sözleşme yapmaya yapmaya geldiğinde eşit olmayan bir durumla karşıkarşıyadır. Rekabet toprak sahibi işçinin leyhine işler. Sömürebilme ihtimali sınırlandırılmış, iş’i küçük kalmış ve diğer ekonomik aktörlerden daha fazla gücü kalmamıştır.
Landauer’in düşüncesinin bir boyutu bugünün solcularını şok edebilir. İşçi konseyi savunucularının kınamalarını üretici olarak bir role sahip olan işçilerin grevleri kendi gerçekliklerinde tüketici olarak onlara hasar verir?[31] demesinden dolayı “sağcı” olarak adlandırılarak kazanabilir. Onun dediği bir grev yoluyla ya da baska bir yolla ücretleri arttırdığında onların yükselen gelirleri tüm işçi sınıfının üzerine zam olarak biner. Bundan dolayı, ücret artışı tüm işçi sınıfı tarafından ödenen bir sübvansiyon formundadır. Bu zamanında devrimci sosyalistler arasında sıradışı bir düşünce değildir. Sosyalistlerin işaret ettiği şey ekonomik eylemlerin işçileri sınırlı bir derecede özgürleştirebileceğiydi. Ancak politik eylemlerin bunu getireceğine inanmaktaydılar. Bir politika karşıtı olarak Landauer  aynı fikirde değildi. Komünitelerin yaratılması ve karşılıklı yardımlaşma ekonomisi alternatifi politik ve ekonomik aktivizme üstün bir stratejiydi.
Landauer ve devrimci sosyalistlerin farkında olmadıkları gibi görünen ise verimlilikti. Ücretler verimlilikle aynı seviyede artarsa, monopol ya da diğer devlet  müdahalesi hariç, fiyatlarda bir artış olmaz. Hakikaten, bir çok maddenin gerçek fiyatları ( başka ifade ile fiyatlar enflasyona göre ayarlanır) verimlilik ücretlere galebe çalarsa yıldan yıla düşme kaydeder. Onun kavramı doğru olduğu yerde gene de ücretlerin yükselişi verimlilikten büyük ya da endüstri devletçe korunmakta ya da subvanse edilmektedir. Bu şartlar altında, çalışan toplam nüfus işçilerin küçük bir kısmının yükselen gelirini öderler.
Landauer çalışma karşıtı değildir. Fakat özgür işçinin yaşam için temel önemde olduğunu hisseder. Eberhard Arnold’a göre Gustav Landauer açgözlülükten uzak kardeşce bir ruhla dolmuş, yönlenmiş ve örgütlenmiş iş-hakikatı ile iş’te kurtuluşu bulmayı beklemektedir; onurlu ellerin eylemi olarak, saf ve dosdoğru bir ruhun hükümranlığına sahit olan bir iş. Onun geleceğin temel bir karakteri olarak tasavvur ettiği ortak bir eylem olarak, insanların ihtiyaçlarının tedarikini  sağlamak ve ruhun bir ifadesi olarak iştir. Biribirlerine yoldaşlık ve karşılıklı özen gösterme ile yanyana hissettikleri mutluluk, insanın işindeki mutluluk yaşamı doludolu hissettiği  böylece yaşamaktan mutluluk bulduğu birşey olarak işini deneyimlemesini getirir”; insan yaptığından zevk almak zorundadır; ruhu vücudunun aktif bir parçası olmak zorundadır”[32]


Toplum ve Halk (Folk) Özbilinci

Devlete yaptığı gibi, Landauer toplumun da nesneleştirilmesini red eder. Toplum bireyin üstünde olan soyut bir şey değil fakat ilişkiler-arasının küçük bir çeşitliliğidir.[33] Bu “küçük ilişkiler-arasılıkta” öneli olan şey baskısız bir toplumun gerçek toplumsal birliği ya da “doğal birlikteliği”ydi. Aile, komünite ve halk vardı[34]Evim, ön bahçem, eşim ve çocuklarım – benim dünyam! Bu duyguda, bu müstesna dayanışmada, bu gönüllü birlik, bu küçük ve duğal komünitede bütün bir geniş organizma yükselir[35]. Landauer kapitalist sınıf üzerinde proletaryanın hakimiyetini aramaz. Fakat yeni komünitelerin kurulacağı kırsal bölgelerdeki şehirlerde yeni organik(ya da doğal –cn-)halkın ortaya çıkmasını arardı.
Landauer halk’la (volk) neyi kastetmekteydi? Kesinlikle Nasyonel sosyalistlerin bu kavramı çaldıklarında kastettiklerini değil! Bundan dolayı, halk özbilinci...birlikte eylemeyi isteyen sosyal bağların bir içsel bireysel farkındalığı. Bu halk özbilinci kendi ortamı içerisinde kültürel alışveriş içerisnde olan grubun her bireysel biçimlenmesinin psişik donanımı kadar ortak dilde derin olarak eklemlenmiş halkın geçmişindeki atalarının tarihsel özünde ve cenerik hafızasındadır[36].
Her halk barış için doğal bir komünite ve insanlığın bir parçasıdır. Bu onu Devletten ve milliyetçilikten[37] ayrı kılar ya da Devletler doğal düşmandır, milletler değil.[38] Bir halk bir bölgede büyüyen bir toplum ve kültürdür ve milletle eşanlamlıdır. Görmüş olduğumuz gibi, ulus devlet  ve ırk’a gönderme yapmaz fakat Amerikalı Yerinlilerin kullandıkları anlamdadır.Dahası, baskısız her ulus anarşistiktirBaskı ve millet bütünüyle uyuşmaz kavramlardır.[39] Bu son cümleler kan davasının yaygın olduğu kabilelere bakıldığında oldukça idealize edilmiş gibi görünebilir. Fakat ideal bir tip olarak görünebilir. Böyle bir ideal kavram barışçı milletlerin varlığından dolayı ütopya değildir. Landauer’in dediği manada millet ve halk kavramına iyi bir örnek Nova Scotia ve New Bruswick’de yaşayan Acadian komünitesi olabilir. Ortak tarihleri, dilleri, kültürleri ve büyük ölçekli özyönetimleri var fakat ne bir Devlet yaratma istekleri ne de Acadian olmayanlara karşı düşmanlık ve şövenizm vardır.
Aynı şekilde Devlet ve milliyetçilik sahte bir komünite yaratır. Uluslararası organizasyonlar ve kongrelerin yapay dünya komünitelerinden başka bir şey olmadıklarını düşünmekteydi[40]. ( NATO, WTO ve UN’i kesinlikle sevmezdi)


Felsefe

Onun yahudi orijinini hesaba katmadan kimse Landauer’i anlıyamaz. (Eklere Bakınız) O bir çok yahudi radikal’in yaptığı gibi kendi kültür ve din’ini  ret ya da inkar etmez ve onun düşüncelerinin bu tesirlerin etkisiyle doğal olarak geliştiği görülebilir. İnsanın temizlenmesi ve kurtuluş hikayesi federaston ya da birlik (Bund) yahudi gelenekten kökünü alır. ( Landauer için)... Eski Ahit (Tevrat)’in peygamberleri amansız ısrarları ile tüm zamanlar için bir standart getirmişler...[41] Isiah’ın kehanetinin gösterdiği gibi baskıyla yönetimin yerini ruhla yönetim almıştır... bu ruhta insanoğlunun bir olduğu inancı... Landauer’in en derin inancıdır da.[42]
Tüm tek taraflı görüşlere ve indirgemeci rasyonalizme derin bir güvensizliği vardı Landauer’in. Bu tavırla onun felsefesi hem Alman, hem Yahudi olarak  kompleks bir varlık olduğumu kabul ediyorum[43] dediği gibi onun kompleks varoluşunun aynasıydı. O farklılığı sever ve soyut, farklılıkların olmadığı bir dünyadan korkar, onun yerine farklılıkta mütabakatın olduğu bir biçimi tercih ederdi. İnsanlık eşitlik demek değildir; gerçekten çok farklı milletlerin ve insanların federasyonu anlamına gelir[44]. Manichean rasyonalizminden ve parçalı olmaktan ziyade holizmi tercih ederdi. Ona göre gerçek sosyalist “holistik düşünür”[45]Tin tüm yaşayan alemi sarar. Eugene Lun’un dediği gibi yalnızca ailenin duygusal yaşamı ve lokal komünitenin bulaşması yoluyla birilerinin taahüdü  millet ve insanlığa teoriyi değil,doğruden deneyimi sağlamlaştırarak meydana gelen aktif katılımı garanti eder[46]. Landaur’e göre bilim’in değeri gerçekliğin onun iddia edilen mükemmelce açıklamalarından yatmaz sadece... bilimsel genellemeler deneme kabilinden gözlemler olarak geçelidirler...[47]
Zamanında birkaç, eğer vardı ise, sosyalist psyche’nin derinliğini anlamaktayken, Landauer kendi psikolojisini geliştiriyordu. Günlük rasyonelliğimizin yanında günlük özbilincimizin altında varolan bir ön-rasyonel kadim bilgi de vardı.[48] ... eğer algılanan görünümler, kavramsal düşünceler ve geri çekilir ve en saklı derinliklerimize batarsak, bütünüyle sonu olmayan bir dünyaya katılırız. Bu dünya ki içimizde yaşar, bizim orijinimiz, devamlı surette içimizde çalışır ve o olmazsa kendimiz olmayız. Bireysel kendimizin, en derin parçası en evrensel olandır[49].Daha çok mistisizmle büyülenmiş gibi göründüğü bu içsel yolculukonun Maister Eckhart çalışmalarını açıklamaktadır.
O yeri geldiğinde kültürel olarak belirlenmiş bir veri üzerinden temellenmiş, dünyanın bir metafor olduğunu bilmemiz dolayısıyla yöntem olduğunu görmekteydi. İnsanlıktan uzaklaşma birinin içsel öznelliğini kaybetmesı ve maddeleşmiş rasyonalizmden kaynaklanmaktaydı[50]. Landauer’in irrasyonel olmadığı fakat psişenin derin, ön-rasyonel içerikleri ve rasyonelin bir sentezi ya da dengesini arzu ettiği vurgulanmalıdır. Bir işlevin bir diğer işlev üzerindeki etkisine vurgu yapmak tek taraflı bireylerin (bundan dolayıda potansiyel olarak tahrip edicidir) ortaya çıkmasına mahal verir. ( 20. yy.ın Hitler ve Stalin’i bunun kuvvetli bir deliliydi)..
Landauer’in tarih felsefesi onun çağdaşlarına karşıt olarak yürümekteydi. İlerlemeye ve klasik toplumun yeniden döngüsel olarak başladığı kavramsallaştırmasına inanmamaktaydı. Avrupa ve Amerika gerilemektedir[51]... Amerikanın keşfinden beri... Yunanistan ve Ortaçağ Avrupası birçok birliğin ilişki içerisinde olduğu ortak bir ruha sahipti... biz gerilemekte olan halklarız...[52]gene de bu gerileme hissiyatı, Yunanlılarda olmuş olduğu gibi, mutlak değildi. Modern dönemde teknolojik gelişmeler vardı. Bu çeşit ilerleme ortak ruh, gönüllülük ve toplumsal gidiş... tekrar yükselinceye kadar devam edecek... (böylece) holistik perspektif... tekrar ortaya çıkacaktır.[53] Onun bahsettiği gerileme local ve gönüllü birliklerin gerilemesiydi. Onların yerini Devletin alması ilerleme değil fakat Bronz çağı barbarlığına geri dönmek demektir.


Marksizm

Landauer zamanında komünist manifesto ve basit bir Ekonomi Politiğin Eleştirisinden başka Marks’ın eseri bilinmiyordu.1844 El Yazmaları ve Alman Ideolojisi ve Gotha Programının Eleştirisi gibi önemli eserlere ulaşmak mümkün değildi. Bundan dolayı onun Marksizm eleştirisi Marks’ın gerçek düşüncelerinden çok vulger ortadoks Marksizmi hedef alır. Ortadoks Marksizm ekonomik determinizm ve bilginin yansıma teorisine kaba bir inanç olarak örneklendirilebilir. (düşünce maddi gerçekliğin bir aynada basit bir yansımasıdır gibi). Proletarya perişandı, Kapitalizm çökmekteydi ve sosyalizmin zaferi kaçınılmazdı. 1890’dan sonra bu inanç Marksistler ve “bilimsel sosyalizm” için – kendi alenş başarısızlıklarına rağmen – gerekli nitelik olmuştur. Böyle bir şey vardıysa da ki bir kaç istisnai bireyin dışında dünyevi dinsel kultlar içinde dejenere olmuşlar ve bu zamana kadar kalmışlardır. Landauer’in böyle sözde bilimsel saçmalıklara karşı pek fazla bir sabrı yoktu ve SOSYALİZME DAİR isimli eserinde hatırısayılır miktarda bir bölümü Ortadoks Marksizme saldırıya adamıştır. O Ustadı de açık etmiştir. Böylece, Marks’ın bilimciliğine atakta bulunur, doğal yasaların zannedilen güce sahip olduğu gelişmenin güya tarihi yasaları ... ve bir biliminin varolduğu ölçüsüz aptalca varsayım... şimdinin olayları ve şartlarında ve geçmişin bilgisi ve verilerinden geleceğin kesinliği ortaya çıkabilir.[54]
Landauer gerçek bir anti-Marksisttir. O Marksistleri teoride ve pratik içinde olmak üzere ikiye ayırır. Endüstrinin ulusallaştırılmasına karşı fakat kooperatiflere dönüştürülmesine taraftır. Değiştirme kapitalizmin sınırlandırmalarından kurtarılmalıdır ve Marksist ütopyadaki[55] gibi kaldırılmamalıdır. Çiftçiler, zanaarçılar ve küçük tüccarlar hakir görülen küçük burjuvalar olarak değil fakat varolan toplumun bir parçası ve hakikati olarak görülmelidirler. Bundan dolayı demokrasi kavramı Landauer’de Marksist( proletarya diğer sınıflar üzerinde egemen olmalıydı) değil halkçıdır.[56] Gördüğümüz gibi, sınıf savaşı ve politik eylem ki Marx umutları olarak tesbit etmişti, Landauer için bir umut vaadetmez. Bir çıkmaz sokaktır.
Leninizme gelince, zamanında bir çok çağdaşı radikal kendi-kendilerini kandırarak debelenirken, Landauer kehanet sahibidir. O onda Robespierre ilkesi ve köleliğin yeni bir form’unu görür[57].(Bolşeviklik)... askeri bir rejim için çalışma... dünyanın görmüş ve göreceği en berbat şeylerden daha berbatı olacaktır.[58]


Bugün Landauer

Kominite 1910’dan daha da zayıf durumdadır ve bundan dolayı her zamankinden daha fazla ona ihtiyaç var. Yabancılaşma bir çok olayda olduğu gibi oldukça büyüktür özellikle insanlar biribirlerinden ve doğadan daha da kopmuş durumdalar. kalmış olan folk kültürleri Hollywood ve McDonalds’ın ortak dünyasının saldırısı altındadır. Buna rağmen, belkide bundan dolayı, kökler ve yerlere dair engin bir istek mevcut. İnsanlar kendi kültür ve tarihi geçmişlerini yeniden keşfetmeye başlıyorlar. Bölgesel hassasiyetler önemli olmakta. Ulus devlet, bunlar büyürken, gerimeye başladı. Bir çok aksine, kültürel canlanma ve bölgecilik teşebbüsleri şövenizm ve yabacı düşmalığıne neden olmaktadır.( Keltik Canlanması, Akadiyanlar, Yeni Güneyli Hareketi, Newfoundlandliler, Melungiyanlar, Kacunlar ve İngiliz ve Fransız bölgeciliği gibi)
Devlet komünite ve yabancılaşma problemlerine herhang, bir çözüm sağlıyamamış tam tersine problemleri daha da kötü hale getirmiştir. Bir çok örnekte Devlet sosyalleşme ve komünitenin gerilemesinin doğrudan nedeni olmuştur. Küçük çiftliklerin yıkımı, belediye ve okulların merkezileşmesi, gönüllülerin yerini bürokratların alması ve karşılıklı yardımlaşma topluluklarının yerini devlet organlarının almasıyla şehirlerdeki insanlarda kasti bir  sürüleşme görmekteyiz. Kurumsal kapitalizmin ve devletçiliğin yaratmıi olduğu problemler ancak karşılıklı yardımlaşma ve  hakiki komüniteye dönülerek çözülebilir.
Politik ve ekonomik cephelerdeki Landauer’in “karşıtları” ölümünden bu yana iyi bir şey başaramadılar. Politik sosyalizm ya bürokratizmin refah devleti ya da bilinen en zorba yönetimi olan Stalinizm olarak ortaya çıkmıştı. Sosyalist partiler şimdi ya küçük hizipler ya da neo-konservatizmin öbür yüzüdürler. Toplumsal değişim devam ettiği sürece anlamsız olarak durmaktadırlar. Sendikalar gerilemektedir. Toplumsal dayanışma yokluğundan dolayı küçük bir ilerleme yoktur. Onlar da büyük oranda anlamsızlaşmışlardır. Sadece ortaklaşmacı (kooperatif) bakış açısı, daha da genişleyerek, resmi kooperatiflerin dünya çapındaki üye sayısı 1 milyarı bulması ile güzel bir şey yapmaktadır.( bu rakama karşılıklı yardımlaşmanın resmi olmayan biçimleri ile karışan kalabalıklar dahil değildir.) kooperatifler kapitalist bir yola adapte olduğunda, bunu karşılıklı yardımlaşmanın başarısızlığı değil fakat üyelerin arzusuna bağlamak daha doğrudur. Üyeler kooperatiflerinin yönünü ne zaman değiştirmek isterlerse değiştirebilirler ki bu kooperatif hareketinin en temel prensiplerinden biridir ve halen işlemektedir.
Benim bir eleştirim var, ki imkansızdır, en azından gelişmiş ülkelerde devlet tümüyle görmezden gelinebilir. Hayat kesinlikle daha  yalın olabilir eğer biz “diğer ilişkilerimizde” sade ve devletin bize ne yapacağını kaale almazsak. Devlet, Landauer zamanındaki devletten  daha da otoriterdir. Kelimenin gerçek anlamında binlerce yönetmelik bizi kapana kıstırmaktadır. Bunların bir çoğu 50 yıl önce yoktu ve insanlar günlük yaşamlarını devletin alanının dışında yaşayabiliyordular. Bugün bağımsız olarak yaşamayı dene Waco halkı gibi olabilirsin. Bizim bu baskıcı yönetmelikleri kaldırmamız için bir çeşit anti-politik harekete ihtiyacımız var gibi geliyor bana. Arta kalmış ve zorunlu olduğu varsayılan iktidarları Yerel komünitelerde desantralize etmeliyiz. Ancak özgür komünite olup ve devletin iktidarını yıktığımızda anonim kapitalizmi ve devlete son verecek alternatifleri kurabileceğiz.
Son ama aynı derecede önemli, Landauer’in ruhsallık ve psikoloji kavramı 19. Yy’ın kıt zekalı ve indirgemeci materyalizminden daha çok bugüne uyum arzeder.


LAHİKA
Landauer ve Sosyalist Enternasyonal
İkinci enternasyonale katılımla ilgili son kavga 1876’da Londra’da verildi;bu aynı zamanda en acı olandı. Bu sefer anarşistler Hollandalı ve Fransız delegeler arasında güçlü olarak yer almaktaydılar. Önden gelenlerinin çoğu İkinci Enternasyonalden beklenen ıhraç edilme durumunda paralel bir kongre toplama temayülü ile Londra’ya gelmişlerdi. Fransız güçlü bir sendikalist grup olan Confederation General du Travail’in devrimci kanadının Pelloutier, Tortelier, Pouget ve  Delesalle gibi anarşist liderleri yanında Kropotkin, Malatesta, Nieuwenhuis, Landauer, Pietro Gori, Louise Michel, Elisee Reclus, ve Jean Grave gibi anarşistlerde vardı... oturum  başkanı Alman Paul Singer anarşistlerin konuşmalarına müsade etmeden katılımla ilgili soruları almadan kapatmayı denedi. O gün başkan yardımcısı olan Bağımsız İşçi Partisi’nin lideri Keir Hardieoylamaya geçilmeden evvel her iki tarafında bütünüyle dinlenilmesi gerektiğini söyleyerek durumu protesto etti. Gustav Landauer, Malatesta ve Nieuwenhuis uzunca konuşma yaptılar.ve tezlerini en sonunda etkin şekide özetleyerek şöyle dedi: “Bu kongreye genel bir Sosyalist Kongre olarak adlandırılmıştı. Çağrılarda anarşistlere ve sosyal demokratlara dair bir şey söylenmemişti. Sosyalistler ve sendikalardan bahsedilmiştir. Kropotkin, Reclus ve diğer anarşist komünist hareketin sosyalist temellere sahip olduğunu inkar edemez. Eğer onlar hariç tutulursa kongrenin hedefi saptırılmış olur.” ...Sonunda ikinci gün anarşistler ihrac edildiler...birçok anarşistte sendika delegesi olarak kalmıştı ve  vekaletin onaylanması sırasında tartışmaları devam ettirmişlerdir. Sonunda konuları tartışma için Kongrenin bir araya geleceği çok az bir zaman kalmış oldu. Anarşistlerin ihracına rağmen İkinci Enternasyonalin Londra Kongresinde anarşistler hakim olmuşlardı.anarşistlerin gerçek zaferi İkinci Enternasyonal Kongresinin Liberterler ile otoriter sosyalistler arasında bir mücadele alanına dönüşmesini başarmalar oldu.

George Woodcock’ın ANARŞİZM’İNDEN S.  246-248


Landauer ve Hz. İsa
Onun hiçte şövenist bir yahudiliği yoktur. Diğer dinleri de takdir eder. Onun Hz. İsa hakkındaki bakış açısı şöyledir: Hz. İsa hakiki bitmez tükenmez bir figürdür – çok zengin, eli açık ve cömert, bütünüyle ehemmiyetinden öte Onda  insanın yaşamı ve ruh’u var ve muazzam bir sosyalisttir. Bir taraftan kültürsüz ve cahil birini al ve onu çarmıha gerilmiş İsa yaşamadan önceki zamana bir taraftan yerleştir ve diğer taraftan mal ve insan taşıyan bazı yeni dizayn edilmiş makinalardan önce olsun bu; eğer o dürüst ve herhangi kültürel yargıladan bağımsızsa bu çarmıha gerilmiş insan oğlunu işe yaramaz, fuzuli bulacak ve makinaların ardından koşacaktır. İnsanları harekete geçirmek maksadıyla varolan tüm makinalardan ziyade Daha ölçülemez şekilde İsa’nın sakin, asude, aklının ve yüreğinin acılarıyla insan oğlu nasıl harekete geçer! Ve fakat nerede olabilir tüm nakliye makinalarımız sakin, asude ve insan öğlunun çarmıha gerilmiş büyük acıların sahibi olan olmadan.  
*Soyut düşünme – bir boyut tüm boyutlara uyar. Böylece ulusalcılık bölgesel farklılıkları görmezden gelmesinden dolayı soyuttur. Başka bir tip - Birilerinin Dünyanın tüm problemlerine “mükemmel bir çözüm”  hayal etmesidir. – komünüte yaşamı açısından kalan ve karşılıklı yardımlaşmanın varolan pratiğinde kökünü alan Proudhon ve Landauer’in anarşizminden farklı ütopyacılıktır.
....................................................................................................................................................

Bibliyografya

Albert, Paul – ERICH MUSHAM, Black Flag Quarterly, Autumn 1984, p 26
Arnold, Eberhard - ";Familienverband und Siedlungsleben"; in Das neue Werk, 1920. İgilizceye GUSTAV LANDAUER olarak çevirilmiştir
Buber, Martin, PATHS IN UTOPIA
Heydorn, Hans Joachim – GUSTAV LANDAUER, Telos 41
Landauer, Gustav - FOR SOCIALISM, Telos Press
Lunn, Eugene - PROPHET OF COMMUNITY, Univ. of California 1973
Muhsam, Erich, FREEDOM AS A SOCIAL PRINCIPLE, Black Flag Quarterly, Autumn 1984, p 29
Woodcock, George, ANARCHISM
...................................................................................................................................................
1919’un Münih Sovyeti GOB (Geçici Otonom Bölgeler) in belirgin özelliklerini sergiler. Bir çok devrimde olduğu gibi hedef hiçte “geçici” olmamıştır.; ekonomi bakanı Silvio Gesell, anti-otoriterler ve şair/oyun yazarı Erich Muhsam & Ernst Toller, & Ret Marut (Romancı  B. Traven) gibi aşırı Liberter sosyalistler yanında Kültür Bakanı olarak Gustav Landauer'in katılımı sovyet’e farklı bir anarşist tat katmıştır. Yıllarını ızole olmuş bir şekilde Nietzsche, Proudhon, Kropotkin, Stirner, Meister Eckhardt, the radical mistikler, & the Romantic volk-filozofları üzerine en iyi çalişmalarını yapmış olan Landauer başından itibaren sovyetin yenilmeye mahkûm olduğunu biliyordu. Onun eninde sonunda anlaşılabileceğini ümit etti. Anarko-sendikalist ekonomi ve komünite deneyimi için Bavyera’nın büyük bir bölümü ayrılarak plan uygulanmaya başlandı. Landauer Halk tiyatrosu ve özgür okul sistemi için teklif hazırlamıştı.

Hakim Bey, GOB



[1] Woodcock, 407

[2] Aynı eser 408
[3] Muhsam, 30
[4] Arnold,
[5] Lunn, 153
[6] Landauer, 3
[7] Lunn, 226
[8] Landauer, 43
[9] Buber, 46
[10] Landauer, 7
[11] Buber, 47
[12] Aynı eser 47-48
[13] Heydorn, 148
[14] Lunn, 136, 138
[15] Aynı eser 97
[16] Heydorn, 133
[17] Lunn, 98
[18] Buber, 50 – 52
[19] Landauer, 126-7
[20] Aynı eser, 58
[21] Heydorn, 145
[22] Landauer, 134
[23] Lunn, 191
[24] Aynı eser, 98
[25]Landauer, 88  
[26] Aynı eser, 133
[27] Landauer in Buber , 55
[28] Landauer, 125
[29] Aynı eser, 138
[30] Lunn, 217
[31] Landauer, 85
[32] Arnold
[33] Heydorn, 146
[34] Lunn, 139
[35] Lunn, 278
[36] Introduction to Landauer, 7, 8
[37]Lunn, 232  
[38] Lunn, 243
[39] Lunn, 257
[40] Landauer, 113
[41] Heydorn, 138
[42] Heydorn, 140
[43] Heydorn, 140
[44] Heydorn, 140
[45] Landauer, 45
[46] Lunn, 279
[47]Introduction to Landauer, 5  
[48] Heydorn 144
[49] Lunn, 132
[50] Introduction to Landauer, 6
[51] Landauer, 32
[52] Landauer, 35-38
[53] Landauer, 103
[54] Landauer, 48-49
[55] Heydorn, 135.
[56] Lunn, 276
[57] Heydorn, 135
[58] Lunn, 254

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder