12 Mayıs 2011 Perşembe

‘Qijika Reş’ - Sezin Öney

Sezin ÖneyYENİ AVRUPA 12.05.2011
Sezin Öney
‘Qijika Reş’
Qijika Reş, yani Kara Karga, Van’da çıkan bir derginin adı. Ancak Qijika Reş, herhangi bir dergi değil. “Anarşist” bir dergi; hatta Türkiye’de bu anlamda belki de, “türünün yegâne örneği”.
Kara Karga, çünkü kargalar uğursuz kabul edilip ötelenen kuşlar... Oysa kargaların birçok gizli meziyeti var; örneğin bellekleri son derece güçlü.
Qijika Reş ekibi de, pervasız, umarsız, çekincesiz, özgürce düşüncelerini dile getirmek istiyor. Bunun kendilerine her taraftan lanet getirebileceğini biliyorlar. Buna rağmen, “bu coğrafyada, anti-otoriter” bir “özgürlük politikasının patikası” olmayı, “çok sesli bir yerel platform” oluşturmayı, “dünyayı yansıtan bir aynadan çok, dibini aydınlatan bir mum olmayı” amaçlıyorlar.
Qijika Reş’i, İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Hakkâri ve Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki kitapçılardan, gönüllülük ağıyla dağıtıldığı yerlerden, kişilerden temin etmek mümkün. Dergi, Eylül 2010’dan beri, iki aylık olarak yayımlanıyor, ağırlıklı olarak Türkçe fakat Kürtçe yazılar da var. 1250 adet basılıyor ve hepsi hemen tükeniveriyor. Yayın ekibinden, aynı zamanda İnsan Hakları Derneği’nden Sami Görendağ’ın ifadesiyle, dördüncü sayıyı bir 10 gün içinde çıkaracaklar, beşinci sayının yazıları da çoktan hazır. Zira dergiye Türkiye’nin birçok yerinden, üstelik de sadece Kürt yazarlardan değil, her kesimden yazı geliyor.
Dergiyi çıkaranlar, ideolojik olarak kendilerini “anarşizmden” yana konumlandırıyorlar evet; ama dergi, aslında kendine çizdiği rotadan da “anarşist”.
Bunun sebebi, Qijika Reş’in sadece Kürt siyasetini, dünyasını saran, kuşatan, hep sara, kuşatagelmiş, sarsagelmiş güç ve iktidar ilişkilerine bir alternatif arayışında olması değil. Aslında paralel biçimde güç ilişkilerinin, güçlünün iktidarının boğduğu, mağdur ettiği tüm Türkiye’yi ilgilendirecek bir “güçsüzlük” arayışında olması.
Sadece derginin, bir nevi “Ankara” olan Diyarbakır’da değil, beklenmedik bir merkezde, Van’da çıkması şaşırtıcı gelebilir. “Qijika Reş ve Kürt Anarşizmi” adlı, Birgün gazetesinde yayımlanan yazısında Süreyya Evren şöyle demişti; “Kürt anarşizminden bir çıkış olacaksa bunun Diyarbakır’dan gelmesini beklemiş olanlar olabilir. Hayır, Qijika Reş bir Van dergisi.” 
Görendağ, derginin Diyarbakır gibi “metropol”den değil de, Van’dan çıkan bir ses olmasını, kendilerinin “köyün delisi” gibi söylenmeyeni söylemelerine, yazılmayanı yazmalarına bağlıyor.
Bunun da bedeli ağır. Kürt siyasetinde, hele de safların sıklaştığı bu savaş ortamında Qijika Reş, eleştirileri, yaygın düşüncelere muhalefetiyle, iktidardan arınma arzusuyla bir diken. Gene de, dergiye en sert tehdit, henüz, ellerinde dergi, Diyarbakır kitapçılarını gezerek “Bunu bulundurmayacaksınız, yayımlayanlar haindir” diye propaganda yapan, “durumdan vazife çıkaran” bazı partizanlardan geliyor.
Oysa Qijika Reş, içerisinde sadece muhalif düşüncenin yer aldığı bir siyasi dergi değil. Kürt kültürü ve tarihiyle ilgilenenlerin ve aslında bu toprakların geçmişine derinliğine inancı olan herkesin izlemesi gereken bir bellek, hafıza dergisi.
Mesela, derginin kasım-aralık sayısında yayımlanan Mithat Kutlar’ın, “Kadınların Aşkla Ördüğü Dörtlükler ya da Heyranok’lar” yazısını ele alalım. Kutlar’ın deyişiyle, Heyranok, “Kadınların, yaygın olarak birarada bulunduğu yaşam alanlarında; ...eğlenmek ve keyiflenmek adına birbirleriyle paylaştıkları günlük edebî ürünlerdir”.
Evînîka min buye mij û moran/ Wê xwe daye serê çiyan/ Bêjnê xwe nede tu dar û beran/ Dar û ber jî ji ber heliyan
(Yârim adeta sis ve tipi olmuş/ Dağların zirvesini sarmış/ Deyin ki ona dayanmasın taşa ağaca/ Taşları, ağaçları eritir sonra)
Bu dizelerin “heyranokbej”i, ozanı Zehra Er’in, gençliğinde yaylalarda, berîvan olarak, yani süt sağmaya gittiğinde gerçek hayata tezat, gerçek hayattan kaçak, içindeki saklı saray, hayal âlemini konuşturmuş.
Kutlar’ın derlediği heyranok, Başkale, Yüksekova, Çukurca; “Batı yakasının” hep sorun yumağı, çatışma sahası olarak adını duymaya alıştığı yerlerden.
Görendağ’ın “Kızım Emma Sarya’ya Mektup” yazısında, gene dergi ekibinden Ramazan Kaya’dan şöyle bir alıntı yapıyor;
“Kim olduğumuz sorusuna doğru yanıtlar bulma arayışı, hayatımızı uzun süre bir eksiklikler kümesi, bir türev, bir eziklikler cenderesi olarak yaşamamız demekti. Kemalist modernliğe uyum sağlayamayan patolojik vakalardık. Evdeki kültürle, okuldaki tedrisat arasında yarılmış bir bilincin algısıyla şekillendi anlam evrenimiz. Kemalizm’in devlet dersinde ikmale kalmıştık. Evdeki kimlik çarşıya uymuyordu. Modern Beyaz Türk gibi yaşamak ve kabul görmek ideali, esmer tenimizin ve kekeme dilimizin farklılık bariyerlerine tosluyordu her defasında. Egemen kimlik söyleminin oluşturduğu bir üst benlik, bir kıyaslama çerçevesi olmuş, ‘onların’ gözünden kendimizi tanımlamanın veya tanımlayamamanın sınır nevrozunu yaşıyorduk bir nevi.”
Gürültüden, siyasi bağrış çığırıştan sağırlaşan ve itiş kakıştan, “operasyonların” tozu dumanından körleşen ülkemizde, biraz sükûnetle bu gibi satırlar fısıltı gibi kalmasa, daha çok duyulsa, okunsa, ne Kürt ne Türk sorunu kalırdı belki de...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder