20 Ocak 2012 Cuma

Kesintili Degil Sürekli Praksis - Serpil Odabaşı

Qijika Reş Dergisi Sayı:4

Kadın, feminist, anti-otoriter ve Kürtseniz biraz daha kıran kıranadır yolculuğunuz...
Her yerden kovulmayı ya da vebalı gibi hissetmeyi de göğüslemektir bu bazen.              

Eril ve egemen kodlar gündelik hayatın içinde bunca rahat ve meşru bir zemin edinirken, hep biraz kavga halinde bulursunuz kendinizi. Bu kavga hali, varoluşsal bir sakatlanmayla birlikte “var olmanın dayanılmaz hafifliğidir’’ de (!) Sokakta polis şiddeti, tacizi; evde koca, baba, abi  egemenliğini, bazen eril dili meşru gören anneler, hep bir ayıplama halindedir sizi. Önce  'terbiyesiz' sonra 'sorumsuz' olursunuz ve 'ıslah etme' çabalarından sonuç alamadıklarını düşündükleri vakit sansınız yaver giderse "delidir ne yapsa yeridir" durumu gelişebilir, bu da beraberinde ciddiye alınmamayı getirebilir. Özgürleşmek doğumların en zorudur ve bu taleple başladığınızda hayatınızın her alanında bir kavgaya tutuşursunuz (!)

 Alternatif bir yasam formu da 'düpedüz deliliktir'  zaten. Bunca bilinen ve denenmiş bir yol varken, varlığınız 'kendini ziyan etti' hayıflanmalarıyla tanımlanabilir (!) Modern hayatın
da kadına ‘vaat' ettiği çalışan, 'özgür kadın'  modeli aynı yıkımın şiddetli bir versiyonuydu. Artık kadın hem bir işte tüm gün çalışmalı hem de iyi anne, iyi eş, iyi evlat olmalıydı.  Bu iyiler de nedense hep onların hayatlarını güzelleştirmekten geçiyordu.  Kadın, kapitalizmin ve çalışma hayatının yarattığı şizofrenik durum ve sonuçlarıyla  başa cikmaya çalışırken, şiddete rıza gösterecek, kimliğine-kültürüne yapılan saldırılar karşısında biat eder halinden vazgeçmeyecekti… 
   

Eşit göz mesafesinden bakmakta, kendine ait bir odada ve kendi yolculuğunda ısrar etmek, sizi gözden çıkarmalarına ve  kurulamamış, eksik kalmis o dilin bir daha hiç tutmamak üzere kaybedilmiş bir alan olması yüksek bir ihtimal  haline gelir ve bir zaman sonra "ben ettim siz etmeyin, yanlış yaptım hakliydiniz" demez; alınan bütün yara bereye rağmen ısrarınızı sürdürürseniz denklem  bozulur.... Denklemi ters yüz etmek özgürleşmenin  kapısını aralar
.  Bu kapıyı aralamak için ısrarlı olmak gerekir. Bu kapının aralanması imkansız ya da rüya  degildir; mümkündür ama bize hiç bir zaman  hediye edilmez, eğlenceli olduğu kadar zahmetlidir  ve bir yığın izahı da zorunlu hale getirir. Sadece abiye, kocaya ya da babaya açıklamalar yapmak zorunda kalmaz, ayni yerde  durduğunuzu düşündüğünüz dostlarınıza ya da yoldaşlarınıza da yüzlerce izahta bulunmak zorunda kalabiliriz.

Cinsiyetinizin kodlarının tümünden yeterince uzaklaşmışsanız kısmen bir 'özgürlük'   bahşedilebilir size ama 'kadın' olarak kalmakta ısrar ederek ayni özgürlüğe talipseniz,  işiniz oldukça zordur.
(İyi bir evlat ya da iyi bir yoldaş olmanın ilk koşuluydu nerdeyse cinsiyet kodlarından arınmış, mümkün olduğunca erkeksileşmiş olmak.)

İlk gençlik yıllarımda birkaç  yoldaşımın özel bir toplantı düzenleyerek,  yaptığım makyaja ya da takılarıma aslında  ihtiyacımın olmadığını, bunun bize yakışmadığını ifade ettiklerinde hiç şaşırmadığımı; fakat sonrasında bir kimlik meselesi haline getirdiğim bu durumu biraz abarttığımı da anımsıyorum.

Kulaklığımı çekip "sen böyle müzikler mi dinliyorsun?' la başlayan, üniversitede öğrenciyken  evime gelip, özel bir toplantı düzenlediklerinde biz merkez komiteyiz diyerek yaşamıma müdahale etmeyi içeren konuşmalarını dinlediğimde  henüz 19 yasımdaydım. Kendini merkez komite lideri olarak tanıtan pek büyük abilerden birine “senin liderliğin  beni bağlamaz, size göre karar verecek ya da yasayacak değilim” dediğimde oradaki herkes, kendimde olmadığım kanaatine varmıştı. Bu onlara göre başıma gelebilecek bir sürü olumsuzluğu göze almaktı. Onlar kalabalıktı ve çoktu, hem benden yaşça oldukça büyük hem de erkekti. Bir yığın gerilimden sonra onlara, varlığımı ve konumlanma biçimimi  kabul etmekten başka seçenek kalmamıştı.

Bitmek bilmeyen  bir pazarlık hakkımdı. Hayata herkesin şikâyeti vardı, hiç kimse memnun degildi... Öğretmenlerim devamsızlıklarımdan, kravatsızlığımdan ya da  saçımın biçiminden şikayetçiydi. Disiplin soruşturmalarından geçip, kahkahalarla eğlenerek çıktığımızda  sokakta polis, beni bir daha hiç bir eylemde görmemenin pazarlığını yapar ya da  yol ortasında durdurup üzerimi, çantamı arardı. Öfkeli ve korkmuş olarak  eve vardığımda annem yumurta topuklu ayakkabılar giymemi ve lütfen iyi bir kız olmamın öğütlerini sıralardı. Toplantılarda yoldaşlarım söylemimden, makyajımdan ya da  takımdan rahatsız olur;  bir yığın argümanı önüme yığardı.

O zamanlar adını koyamadığım ve biraz sezgisel olan karsı durma halleri, sonraları varlığımı konumlandırma biçimimin temel unsurları oldu ve bu bir yaşama  biçimine dönüşürken, beklendiği ya da sanıldığı gibi olmayınca denklem bozulmaya başladı..

Bir süre sonra ben 'anarşistim' dediğimde eski yoldaşlarım 'kötü yola' düşmüşüm gibi üzüldüler. Durumu  ' bir bunalım sureci, geçici' olarak tanımladılar. Bunun bir var olma bicimi olduğunu ıskalarken, hani örgütünüz? Hani grubunuz?'  dediklerinde aslında konuyla ilgili pek bir şey bilmediklerini de açığa vuruyordular. Anti- otoriter olmak sokağa, insana, kendine ve yasama bakışı ve duruşu toptan sorgulamaktır; toptan bir sıfırlanma ve belleği tazeleme hali, var olan bütün kodları parçalamak kaçınılmaz başlangıçtır.

Freire'nin ifade ettiği gibi “yaşamak en önemli akademik faaliyettir”. Hayat ezilenlerin müdahaleleri ve eleştirileriyle değişebilir ancak. İçinde bulunduğumuz  fanuslar güvenlikli gibi görünür ya da belki konforludur ama fanustur. Fanusun içinde el pençe divan durmak gerekir, konforun devamlılığı biat etmeyi de zorunlu kılar. Sanata, sokağa, insana, doğaya ve kendimize dokunmanın yegane yolu belki de konforumuzdan vazgeçmekle başlayacak. Oradan kilitli bütün kapıları zorlayarak yol kat edebiliriz. Her adımda korkulardan biraz daha arınarak biraz daha özgürleşerek kurtulabiliriz egemenin dayatmalarından, daha sonra bir egemene dönüşmemeyi de gözeterek. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder